01 Aralık 2025
  • İstanbul12°C
  • Ankara10°C

 “ŞEHNİŞİNLİ KÖŞKLER” (1)

Canan Murtezaoğlu

01 Aralık 2025 Pazartesi 15:46

 

 

Sıradan bir vatandaş eline bir Kur’an meali/çevirisi aldığında ne okuyor?

Önceki Sebe suresi anlatımında; Kur’an’da Yahudi kavminin krallarının, peygamberlerinin ve onların üstünlüklerinin anlatıldığını belirtmiş ve “neden bölgenin diğer ve de vahyin inmekte olduğu Arap kavminin örneğin krallarından, bilgelerinden ya da kahramanlarından hiç bahsedilmez ya da Arap kavminden insanlar övülmez,” diye sormuştuk. Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın kırkıncısındayız.

İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli altıncı sure “Zümer” dir. (Kümeler) Elmalılı, surenin adının, 71 ve 73. ayetlerde geçen mümin ve kâfirlerin oluşturduğu topluluklar anlamına gelen “zümer” kelimesinden alındığını belirtmiştir. “Bu Kitabın indirilmesi, ulu (Aziz) ve bilge (Hakîm) olan Allah katındandır.” ifadesiyle başlayan surede geçen göksel kavramlar Allah, Rab ve Biz’dir.

Biz, Kitabı elçi Muhammed’e indirmiştir ve ondan tapınmayı “Allah’a özgü kılarak” O’na kulluk etmesi istenir. Ardından şu uyarı gelir: “İyi bil ki, halis din ancak Allah’ındır.” Allah’tan başka dost/veli edinenler ise şöyle demektedir: “Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Allah, “ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.” Allah, “yalancı ve pek inkârcı kimseye doğru yol göstermez.” Burada yine sorumlu tutulan, yaratılışının gereğini yapmak durumunda olan insandır.

Allah anlatımı sürer ve şöyle denir: “Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, elbette yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. Ama o bundan münezzehtir. O, tek ve kahredici olan Allah’tır.”

Önceki benzer sözcük kalıplarıyla doğa olaylarının anlatımına geçilir. Gökleri ve yeri yaratan O’dur. O, geceyi gündüzün üstüne, gündüzü de gecenin üstüne sarar. Güneş ve Ay’ı buyruk altında tutar; onlar “belirli bir süreye kadar” akıp gitmektedir. Devamla Arap kavmine hitap edilir: “O, sizi bir nefisten yarattı. Hem sonra onun eşini de ondan var etti. Sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir. Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa yaratıp duruyor. İşte Rabbiniz Allah O’dur. Mülk/egemenlik O’nundur, O’ndan başka tanrı yoktur. O halde nasıl haktan çevrilirsiniz?”

Yukarıdaki ayette geçen “eşini de ondan var etti” ifadesi Tevrat’ta şöyle verilmiştir: “RAB Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi.” (Yaratılış.2: 21-22)

Yine aynı ayette geçen, “Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa yaratıp duruyor.” ifadesindeki karanlık kelimesi tefsirlerde; “karında, döl yatağında, meşimede (döl eşi) olan karanlıklar” olarak veriliyor. Kimilerinin düşüncesi bunun mucize bir ifade olduğu yönünde. Farklı düşüncede olanlar ise bu konuda; M.Ö. 6 ve 3. yüzyıllar arasında yaşamış, insan anatomisi ve embriyoloji alanında çalışmalar yapmış olan Aristo, Hipokrat, Hintli Şuşruta (Susrud) ve Charaka (Caraka-Karaka) gibi ünlü hekim ve cerrahların eserlerinin incelenmesini öneriyor. Kur’an’dan devam edelim.

Allah, inkâr eden “kullarının nankörlüğünden” hoşnut olmaz, şükredenlerden hoşnut olur. Ardından şöyle denir: “Hiçbir günahkâr da diğerinin günahını çekecek değildir. Sonra dönüşünüz, Rabbinizedir. O vakit, O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir. Çünkü O, bütün kalplerin özünü bilir.”

Burada yine sorumuzu yineleyelim: Hiçbir günahkâr diğerinin günah yükünü çekmeyecekse din adına bunca dayatma, bunca zulüm, bunca kâfir söylemi, inanan inanmayan kavgası neden vardır?

İnsanın nankörlüğü daha önceki örneklerdeki gibi verilir. Başına bir sıkıntı gelen insan Rabbine yalvarır; ancak Allah ona katından bir nimet verince “önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler de koşar.” Muhammed peygamberden toplumuna seslenmesi ve şunları söylemesi istenir: “Nankörlüğünle/küfrünle az bir müddet zevklen, doğrusu, sen ateşliklerdensin. Yoksa o, gece saatlerinde kalkan, secdeye kapanıp, kıyama durarak daima vazifesini yapan, ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman kimse gibi olur mu? ... Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar. … Rabbinizden korkun./ Rabbinize karşı saygılı olun. Bu dünyada iyilik/güzellik yapanlara iyilik/güzellik vardır. Allah’ın yarattığı yeryüzü geniştir. Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.”

Dini Allah’a öz kılarak O’na kulluk etmekle, içtenlikle boyun eğenlerin ilki olmakla” emrolunan Muhammed peygamber de Rabbine karşı gelirse büyük günün azabından” korkar ve dinini “Allah’a öz kılarak O’na kulluk eder.” Toplumuna, “Siz de O’nun yerine dilediğinize tapın.” şeklinde hitap eden elçi Muhammed’den, şunu söylemesi de istenir: “Doğrusu, diriliş/Kıyamet günü hem kendilerini hem yakınlarını ziyana uğratanlar, ziyandadırlar.” İman ve inkârın sonuçları önceki benzer sözcük kalıplarıyla tekrarlanır: “Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında yine ateşten tabakalar vardır. Allah’a yönelenlere, “sözleri iyi dinleyip en güzeline uyan” kullara da müjde vardır. Ateşte olanı peygamber de kurtaramaz. Rablerine sığınarak korunanlar için altlarından ırmaklar akan, üzerlerinden şehnişinler yapılmış, şehnişinli (balkonlu) köşkler vardır.” Burada cennetteki köşk anlamında kullanılan “guref” kelimesi nedeniyle sure, “Guref” suresi olarak da anılmıştır. Cennet-cehennem betimlemelerinde şu açıktır:

Arap toplumuna yakından tanıdığı ateş kavramı ile ceza, hayallerini süsleyen yaşam tarzı ile de ödül vaat edilmektedir. Karia (Gümbürtü) suresi anlatımındaki bazı bilgileri tekrar paylaşalım.

“Arapçada ateşte yanmış gibi görünen, siyah bazalt kütleleri veya parçaları ile örtülü düzlük ve tepeciklerden meydana gelen volkanik alanlara harre (sıcak, kızgın) denilmektedir; lâbe de (lâve, lav) harre ile eş anlamlıdır. Yanardağların püskürmesi sırasında akan lavların soğuyarak katılaşması sonucunda teşekkül eder ve geniş bir alana yayılır. Arabistan’daki yükselti ve vadilerin çoğunun bu şekilde oluşması yarımadanın karakteristik özelliklerindendir. Harre alanlarının ortaya çıkması uzun zaman alır ve bu uzun zaman zarfında tepelerden kopan parçalar eteklerde birikir, sonra da bu bölgeler herhangi yeni bir harekete maruz kalmadığında yavaş yavaş çöle dönüşür. Yarımada’da İslam öncesi dönemde yanardağ patlamalarına başta Antere olmak üzere birçok şairin temas ettiği görülür… İslam coğrafyacıları, Suriye-Yemen arasında günümüzde on üç tanesi bilinen yirmi dokuz harre olduğunu ve bunların en meşhurlarının Medine çevresinde yer aldığını kaydetmektedirler.” (TDV; İslam Ansiklopedisi, ilgili madde) Günümüz kaynaklarında yer alan şu bilgiyi de verelim: Suudi Arabistan’ın Hicaz bölgesinde yer alan Harrat Hayber, Medine’nin kuzeyinde bulunan volkanik bir alandır. Yaklaşık on iki bin metre kare olan bu bölgede en son patlamanın 600 ile 700 yılları arasında meydana geldiği ifade edilmektedir. Sureden devam edelim.

Gökten su indiren Allah onu yerdeki kaynaklara” yerleştirmiş, “sonra onunla türlü türlü ekinler” yetiştirmiştir. Onlar güneşte kurur ve sapsarı görünür, sonra da Allah “onları çerçöpe çevirir. … Bunda öz akıllılara hatırlatma/ihtar vardır.” Devamında konu değişir ve şu soru ve hüküm gelir: “Allah kimin gönlünü İslam’a açmışsa, o, Rabbi katından bir ışık/nur üzere olmaz mı? Artık Allah’ın zikri hususunda kalpleri katılaşmış olanların vay haline! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.”

 Kur’an da şu sözlerle betimlenir: “Allah, birbirine benzeyen, ara ara yinelenen en iyi anlatımlı Kitabı indirmiştir./Allah, kelamın en güzelini ikizli, ahenkli bir kitap olarak indirdi. Ondan Rablerine saygısı olanların derileri ürperir. Sonra derileri de kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Allah’ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini doğru yola çıkarır. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek yoktur.”

Buradaki açık ifadelere göre ipler göklerin elindedir. Bu durumda, Allah ya da Biz tarafından yaratıldığı vurgulanan insanın iradesinden bahsedilebilir mi? İnsan, iradesinin var olduğunu düşünmekle aldanmakta mıdır? Diğer yandan insan, aklı olan yani düşünme gücü olan bir varlık ve irade de bu aklın hükmünü gerçekleştirme gücü değil midir?

Bir diğer yandan da şu sorulabilir: Aynı bölgede ve iki büyük kavim içinde filizlenen üç dinin de amacı peygamberler eliyle yeni bir toplum düzenini yerleştirmek ve yönetimini sağlamak değil miydi?

Zalimlere/haksızlık edenlere Kıyamet gününde “kazandıklarınızın karşılığını tadın” denir. Öncekiler de yalanlamış ve onlara da azap farkına varamadıkları yerden gelmiştir; Allah onlara dünya hayatında rezilliği tattırmıştır ancak “ahiret azabı elbette daha büyüktür.” Biz “bu Kur’an’da, belki anlamaya çalışırlar diye, insanlara her türlü örneği” vermiştir. Biz, “pürüzsüz Arapça bir Kur’an” indirmiştir ya da “o, eğriliği olmayan Arapça bir Kur’an’dır. Allah, birbiriyle geçinemeyen ortaklara bağlı olan bir adamla, yalnızca bir kişiye bağlı bir adamı örnek olarak verir. Bu ikisinin durumu eşit midir? Övgü Allah’adır, fakat çoğu bilmezler.”

Zümer suresi anlatımı devam edecektir…

 

 

Canan Murtezaoğlu

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.