Devletimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuzluğa uğurlanışının 87. yılındayız. Ebedi Başkomutanımızı saygı, minnet ve şükranla anıyoruz.
Nutuk’ta yer alan, “Cumhuriyete geçiş döneminde iki düşünce ve inanışın sürekli çatışması” başlıklı bölümde şu cümle öne çıkar:
“Büyük Millet Meclisinden daha büyük makam olmadığını durmadan aşılayarak Saltanat ve Halifelik olmaksızın, devletin yönetilebileceğini kanıtlamak gerekli idi.”
“Hilafetin korunmasında dinsel ve siyasî yarar ve zorunluluk bulunduğunu sananlara verdiğim yanıt” başlığının içeriği de Atatürk’ün ders niteliğindeki şu sözleriyle tamamlanır:
“Efendiler, açık ve kesin söylemeliyim ki Müslümanları bir halife korkuluğu ile uğraştırıp aldatma gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılmak da ancak ve ancak cahillik ve aymazlık belirtisi olabilir. Rauf Beylerin, Vehip Paşaların, Çerkez Ethem ve Reşitlerin bütün yüz elliliklerin, kaldırılmış Hilafet ve Saltanat hanedanı mensuplarının, bütün Türkiye düşmanlarının, el ele vererek bize karşı ateşli ateşli çabalamaları, din çabası mıdır? Sınırlarımıza yapışık merkezlerde yuvalanarak hâlâ Türkiye’yi yok etmek için “Kutsal Ayaklanma’ adı altında haydut çeteleri, adam öldürme planlarıyla çılgınca bize karşı çalışanların amaçları, gerçekten kutsal mıdır? Buna inanmak için hepten kara cahil ve koyu gafil olmak gerekir. Müslümanları ve Türk milletini bu kadar aşağı sanmak ve İslam dünyasının vicdan temizliğinden, ahlak ve karakter saflığından aşağılık ve canice amaçlar için yararlanmak yolunda devam etmek artık o kadar kolay olmayacaktır. Küstahlığın da bir derecesi vardır.”
Nutuk’tan devam edelim…
Büyük Millet Meclisi, Halifeliği kaldırdığı sıralarda, Antalya mebusu ve din bilgini Rasih Efendi, Kızılay adına, Hindistan’da bulunan bir heyetin başkanıdır. Mısır’a uğrayarak Ankara’ya dönen Rasih Efendi’nin söylediğine göre: “Dolaştığı ülkelerdeki Müslümanlar, Mustafa Kemal Paşa’nın halife olmasını” istemektedir. Rasih Efendi, bu durumu kendisine bildirmek için “yetkili Müslüman toplulukları” tarafından vekil edilmiştir.
Atatürk şöyle der:
“Rasih Efendi’ye verdiğim karşılıkta, Müslümanların bana olan güven ve sevgilerine teşekkür ettikten sonra, dedim ki: Siz din bilginlerindensiniz! Halife’nin devlet başkanı olduğunu bilirsiniz. Başlarında, kralları, imparatorları bulunan Müslüman halkların, bana ulaştırdığınız dilek ve önerilerini ben nasıl kabul edebilirim? Kabul ettim desem, buna, o halkların başındakiler razı olur mu? Halifenin emir ve yasakları yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler, emirlerimi yerine getirebilirler mi? Bu durumda anlamı ve işlevi olmayan asılsız bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?”
Nutuk’ta “Mecliste yapılan görüşmelerin muhalif basındaki yankısı” başlığı altında yer alan şu satırları da aktaralım.
Tanin’in, “Politik Mayalanmalar” başyazısına göre Halk Partisinin programı yoktur ve şöyle denir: “Biz Halk Partisini hiç beğenmiyoruz ama Halk Partisinin ilkeleri adına söylenen ve görülen şeyleri tümüyle benimsiyoruz.” Ayrıca, Halk Partisi ilkelerinden ne anlaşıldığı açıklanmakta, “ama acaba, gerçekte de böyle midir” sorusu sorulmakta ve “Halk Partisinin programı ve sözleri başkadır, tuttuğu yol başkadır. Halk Partisinin demokratlığı dudaklarındadır,” eleştirisi yapılmaktadır. Atatürk bu cümleleri yorumlar: “Bu düşüncenin sahibi, birinci cümlesi ile demek istiyorsa ki Halk Partisi, cumhuriyet ilan edeceğini, Halifeliği kaldıracağını programına yazıp duyurmadı ve söylemedi; ama yaptı, doğrudur. Ancak, ikinci cümle ile Halk Partisi için söylediği doğru değildir.”
Tanin yazarı, “Hükûmete karşı olanların, iktidara geçmek istemelerinin kanunî hakları olduğunu ispat için şu sözleri de ekler: ‘Vatan yararına çalışmak, yalnız iktidardaki kişilere, Allah’ın tekel biçiminde bağışladığı bir erdem midir?”
Ne ilginçtir ki bu zihniyetin uzantıları, 1950’den sonra iktidarda kalmayı “Allah’ın tekel biçiminde bağışladığı bir erdem” kabul edecek, her yol mübah diyecek ve de özellikle dinsel hassasiyetleri kullanarak kendilerince oluşturulan bir “demokrasi tramvayı” ile yol almaya devam edecektir.
Muhalif basında çıkan birçok başka yoruma da tek tek yanıt vermeyi sürdüren Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in, bundan sonraki sözleri, riya zihniyetinin, Cumhuriyet karşıtlığının bugünkü temsilcilerini betimlemek isteyenler için de somut örnektir. Şöyle der Ulu Önder:
“Efendiler, öç alma duygusu ve politik tutku, bir insanın kafasını ve gönlünü kararttığı zaman nasıl konuşur, buna bir örnek ister misiniz? İşte buyurunuz, aynı yazarın şu sözlerini dinleyiniz: ‘Halk Partisinin, İsmet Paşa Hükûmetinin, memlekete gösterdiği çirkin çehre! Kişisel tutkularına bu denli tutsak kalan önderler, ulusal bir parti kurmaya, milleti temsil etmeye kalkışamazlar. Gelecek günlere bağladıkları umutla kaynayıp coşan gençler, taze ve temiz canlarını, memleketi kurtarmak için bağışladılar; memleketi, kendilerinden ve tutkularından başka bir şey düşünmeyen politikacılar elinde oyuncak yapmak için değil.’ Gerçeğin tam tersini söyleyen bu yanıltmacı, bu kof yazının yazarı, kurduğumuz partiyi ve bizim hükûmet kurmakla görevlendirdiğimiz İsmet Paşa’nın ve Hükûmetinin yüzünü çirkin görüyor ve gösteriyor.
Efendiler, bizim yüzümüz, her zaman ak ve temizdi ve her zaman ak ve temiz kalacaktır. Yüzü çirkin olanlar, vicdanları çirkinliklerle dolu olanlar, bizim yurtsever, vicdanlı ve namuslu davranışlarımızı, bayağı ve çirkin tutkuları yüzünden, çirkin göstermeğe kalkışanlardır.”
***
1950’den beri dini siyasetlerine âlet ederek iktidara yerleşenlerin asıl amacı “din çabası mıdır?”
O gün “Türkiye’yi yok etmek için ‘Kutsal Ayaklanma’ adı altında” ortaya çıkanların torunları değil midir, PKK adı altında 1978’de Diyarbakır’da kuruluş kongresini yaparak amaçlarını “Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi” olarak açıklayanlar?
Yüz yıl sonra gelinen noktaya bakıldığında görünen odur ki değişen bir şey yoktur.
***
Büyük Atatürk,
Sen, kendine ve Türk milletine güvendin, çok ağır şartlara rağmen mücadele ettin, savaştın, halkla birlikte yürüdün ve başardın. Ancak senden sonra, o Havza’da bahsettiğin “çukur” un etrafından hiçbir zaman tam anlamıyla ayrılamadık; çünkü senin İlke ve İnkılaplarını içselleştiremedik. Senin vatanseverliğin, her yerde ve her durumda ismen ve cismen varlığını hissettirmek, yol göstermek, milletine sahip çıkmak ve onu kollayıp korumak olmuştu.
Vatan için siyaset yapmayı düşünenler olur mu, Bandırma vapurunun taşıdığı “ideal ve iman” tekrar harekete geçer mi bilemiyorum, ama kadın-erkek milyonlarca Türk evladının, senin fikirlerini her anlamda hayata geçirmek için çabaladığını ve kurduğun Türkiye Cumhuriyeti ile özdeşleşen “ilelebet payidar kalacak” sözünü yaşatmakta kararlı olduğunu biliyorum.
Binlerce kez saygı, minnet ve şükranla… Ruhun sevinç bulsun Ulu Türk Ulu Kağan.
Canan Murtezaoğlu