Anadolu Sahipsiz Değildir

Canan Murtezaoğlu

 

 

Batı’nın, Anadolu’da başlattığı misyonerlik çalışmalarının asıl amacı, Anadolu’yu hâkimiyet altına almak düşüncesi miydi?

Öyle idiyse, yüzyıl önce, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, ordu ve halkı yanına alarak başlattığı Türk Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması, planlanan bu oyunu bozdu. Ancak bozulan bu oyunlar yeniden kurulduğunda bakıp durursanız, sizi de o oyunun parçası haline getirirler.

Misyonerlik; amaçlı ve şuurlu olarak bir dini yaymaktır ve temelde dünyanın Hristiyanlaştırılması hareketine denir. Dinî anlamda misyonerlik, Havariler döneminden beri süregelmektedir. Osmanlı zamanında Anadolu’da başlatılan bu hareketin ise üç amacı vardı: Türklerin Hristiyanlaştırılması, Rum-Ermeni ittifakının sağlanması ve bu iki kilisedeki sapmaların düzeltilmesi.

İlk dış resmî seyahatini ülkemize yapan Katolik Hristiyan dünyanın ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa 14. Leo’nun ziyaretini de “Hristiyanların Birliği” açısından değerlendirebilirsiniz.

Papa 14. Leo geldi, bazı merkezleri ziyaret etti, Hristiyanlık tarihinin ilk “ekümenik” (evrensel) toplantısının yani Birinci İznik Konsili’nin 1700. Yılı’nda İznik’te bir ayin gerçekleştirdi ve İstanbul’daki Aya Yorgi Kilisesi’nde Fener Rum Patriği Bartholomeos’un düzenlediği bir anma ayinine katıldı. İmzalanan “Ekümenik Birlik Bildirisi” nde de “ekümenik patrik” ifadesi kullanıldı.

Papa 14. Leo’nun İznik’te yeni bir konsil toplama önerisi var. Ruhban okulu için de planlar yapılmış olmalı ki, örneğin ABD’nin Türkiye temsilcisi Tom Barrack, Heybeliada Ruhban okulunun açılış tarihini, Eylül 2026 olarak açıkladı. Fener Rum Patriği Bartholomeos’un 15 Eylül’de ABD Başkanı Trump ile görüştüğünü, (2025) bir hafta sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Trump’la görüşmeden önce basın mensuplarına “Heybeliada Okulu ile ilgili üzerimize ne düşerse biz onu zaten yapmaya hazırız,” dediğini hatırlatalım. Katolik ve Ortodoks Kilisleri arasındaki Büyük Bölünme’nin (1054; Batı: Katolik, Doğu: Ortodoks) giderilmesi yani “Hristiyanların Birliği” için atılacak adımlar, binlerce yıllık Türk toprağı üstünden yürütülecek gibi…

Misyoner olan kişi sadece din adamı değildir; görev alanının tarihî, siyasî, idarî, sosyolojik ve kültürel yapısını araştıracak düzeyde yetiştirilmiştir ve topladığı bilgileri bağlı olduğu devlete iletir. Bunu bir çeşit casusluk faaliyeti olarak da düşünebilirsiniz. Osmanlı’nın çok milletli, çok dinli yapısı İmparatorluğun topraklarını âdeta bir “misyoner cenneti” ne dönüştürmüştür. Kanunî’den beri sürekli ve genişleyerek devam eden kapitülasyon anlaşmalarının, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile yabancılara verilen ayrıcalıkların sonucunu Atatürk şöyle açıklar: “Osmanlı Devleti, kendisini kuran temel ögenin, Türk milletinin, insanca yaşamasını sağlayacak yollara başvurmaktan da men edilmişti; memleketi bayındırlaştıramaz, demiryolu yaptıramazdı, hatta okul açmakta özgür değildi. Bu gibi durumlarda hemen yabancılar işe karışırdı.” (Neden Ulu Türk Ulu Kağan; Lozan Barış Konferansı)

Türk-Amerikan ilişkileri 1830’da resmen başlayınca, misyonerlerin Anadolu’da eksikliğini gördüğü ve Malta’daki Amerikan matbaası tarafından basılan Rumca, Ermenice, Arapça ve Türkçe ders kitaplarının yayılması da yasallaştı. 1856 Islahat Fermanı ile yabancılara okul açma yetkisi de verilmişti. Osmanlı’nın aydınları ise yüzyıllardır Anadolu’dan uzak kalmış, bu kadim toprakların kültür ve eğitim seviyesinin yükseltilmesi için bir çaba göstermemişlerdi. Devlet olarak da denetim hariç, adalet, savunma ve maliye dışındaki alanlar yani eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi hizmetler, vakıflara bırakılmıştı; eğitim-öğretim özel vakıflar tarafından yürütülüyordu. Bu yöntemin bugün de işler hale gelebilmesi için birtakım protokollerle benzer dinî yapıların devreye sokulmak istendiği bilinmektedir.

1815 yılında Mısır’a gelen ilk Protestan misyoner papazı, 1820 yılında İzmir’e gelen iki Amerikalı misyoner izledi. Protestan misyoner örgütler, dünyayı paylaşma sürecindeydi. Bu bağlamda Osmanlı Devleti, daha net çizgilerle Anadolu, ABD’nin payına düşmüştü. Misyonerlerin ilk işi, hareket sahalarındaki halkın demografik, sosyal, kültürel ve etnik dağılımını ve halkın moral durumunu belirlemek oldu. Âdeta buldukları maden üzerinde sondaj çalışması yapmaktaydılar. 1880 tarihli Barlett Raporu’na göre, Osmanlı topraklarındaki faaliyet ve hedefin özeti:

“Misyoner faaliyetleri açısından Türkiye, Asya’nın anahtarıdır.” cümlesiydi.

Açılan ilk Amerikan diplomatik temsilciliği ile misyonerlik faaliyetleri başladı. Misyonlar istasyonlara, istasyonlar ise uç istasyonlara ayrılıyordu. 1900’lü yıllara gelindiğinde 16 istasyon, 247 uç istasyona ulaşıldı ve yönetim olarak Anadolu’yu üçe böldüler: Batı Türkiye Misyonu, Merkezî Türkiye Misyonu ve Doğu Türkiye Misyonu! Amerikalı Dr. Earle şöyle demiştir: “Misyonerler ve din adamları dünyanın hiçbir ülkesinde, Türkiye’deki kadar emperyalizme hizmet etmemişlerdir.” 

Demek ki Anadolu âdeta hedef seçilmişti! Atatürk, 1935’te misyonerlerin faaliyetlerini yasakladı. Tek Parti zamanında misyonerlik faaliyetleri asgari düzeydeydi; çünkü tüm dinlere yönelik propaganda yasağı vardı. 1945’te demokrasiye geçişle birlikte misyonerlik faaliyetleri arttı. Nasıl bir rastlantıdır ki Anadolu’daki en büyük aydınlanma hareketi diyebileceğimiz “Köy Enstitüleri” projesi de aynı tarihlerde “komünistlik suçlaması” ile karşı karşıya kalacak ve sonlandırılacaktı.

Anadolu’daki misyonerlik faaliyetleri 1990’lara gelindiğinde, “küreselleşme” söylemleriyle ivme kazandı. Yetmedi, “dinler arası diyalog” meselesi ortaya atıldı. Vatikan, “Asya’nın Hristiyanlaştırılmasında Türkiye merkez kabul edildi.” görüşünü bildirdi.

Demek ki Barlett Raporu’ndaki cümleden asla vazgeçilmemişti

21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzereyiz. Misyonerlik faaliyetleri bitmiş midir, bilemiyoruz ancak yönetici konumundaki siyasilerin attığı her adımın, Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet ettiği yönündeki algı her geçen gün biraz daha somutlaşıyor. ABD Dışişleri Eski Bakanı Condoleezza Rice’ın düşünceleri cisimleşme yolunda! (The Washington Post, 07.08.2003) Metin, “Ortadoğu’da Türkiye de dâhil 22 ülkenin sınırları değişecek” cümlesiyle başlayan analizlere kaynak olmuştu.

Bugünlerde de demokrasi, barış, kardeşlik, eşitlik gibi kavramlarla sihirli bir dünya yaratma çabasında olanlar var; ancak atılan adımlardaki ahlak ve vicdan eksikliği yeni soru işaretlerinin oluşmasına neden oluyor.

Anadolu sahipsiz değildir!

 

Canan Murtezaoğlu