Önceki Hicr suresi anlatımında; Kur’an’la ilgili meal çalışmalarına kısıtlamalar getirildiğini, dinsel meselelere farklı bakış açısı ile yaklaşan birçok ilahiyatçı ya da yorumcunun yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldığını belirtmiştik. Düşünce, kanunla, zorlamayla engellenebilir mi, sorumuzu yineleyerek anlatımımıza geçelim. Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz altıncısındayız.
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli ikinci sure “En’am” dır. (Sığırlar) Surede geçen göksel kavramlar Allah, Biz ve Rab’dır. Surede ağırlıklı olarak işlenen konu; Allah’ın tanımı ve gücü, peygamberin görevi ve sınırları, Yaratan Allah ya da Biz ile yaratıldığı vurgulanan insan arasındaki iman-inkâr mücadelesi ve insanın azapla, kıyametle tehdit edilmesidir. Bu başlıklar, önceki benzer sözcük kalıplarıyla tekrarlanır. Surenin adının “En’am” yani davarlar olmasını ise Elmalılı tefsirinde şöyle açıklar: “Surenin bazı ayetlerinde Arapların, kurban edilen hayvanlarla ilgili birtakım gelenekleri kınandığı için sureye En’am suresi denmiştir. En’am; koyun, keçi, deve, sığır ve manda cinslerini bir arada ifade eden bir kelimedir.”
Övgü/hamd yeri göğü yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a aittir. Şöyle denir: “Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel takdir eden O’dur. Belirlenmiş bir süre (kıyamet) de Kendi katındadır. Bir de tutup şüphe edersiniz.” Allah, insanın gizlisini, açığını ve ne kazandığını bilir.
Arap toplumuna hitapla Biz devreye girer ve der ki:
“Andolsun, gerçek kendilerine gelince, onu yalanladılar. Alaya alıp durdukları şeyin haberleri kendilerine gelecektir. Kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara gökten bol bol yağmur indirmiş, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından dolayı yok ettik. Ve kendilerinden sonra başka bir kuşak yarattık.” Biz, inkâr edenlerin durumunu anlatmaya devam eder. Elçi Muhammed’e, “kâğıtta yazılı bir kitap” da indirilse, ona elleriyle dokunmuş da olsalar inkârcılar yine de “bu apaçık bir yanıltmacadır/sihirdir,” der. İnkârcılar şunu da söyler: “Ona bir melek indirilmeli değil miydi?” Biz şöyle yanıtlar: “Eğer, bir melek indirmiş olsaydık, iş bitirilmiş olurdu da göz açacak kadar bir süre bekletilmezlerdi.” Biz şunu da belirtir: “Eğer, onu melek kılsaydık, bir insan şeklinde yapardık da onları düştükleri şüpheye yine düşürmüş olurduk.” Muhammed peygamberden önce de peygamberlerle alay edilmiştir; ancak alay edenleri alay ettikleri şey kuşatmıştır.
Biz tehdit eder: “Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş, görün!”
Devamında, Muhammed peygambere “De ki:” ile başlayan hitapla; “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” sorusu sorulur ve “Allah’ındır,” demesi istenir. Allah, “rahmet etmeyi kendi nefsine yazmıştır.” Elçi’nin toplumuna şöyle seslenilir: “Sizi, varlığında asla şüphe olmayan kıyamet gününde toplayacaktır. Ama kendilerini zarara sokanlar inanmazlar. Gecede, gündüzde barınan her şey O’nundur. O, işitendir, bilendir.”
“Gökleri ve yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah’tan başka koruyucu mu edineyim? Doğrusu müslüman olacakların ilki olmakla emrolundum,” demesi de istenen Muhammed peygamber, “asla ortak koşanlardan olma,” ifadesiyle uyarılır ve şunu söylemesi istenir: “Ben Rabbime karşı gelirsem/isyan edersem, büyük günün azabından korkarım.” Elçi’ye hitap şu cümlelerle sürer: “Allah sana bir sıkıntı dokundurursa, onu O’ndan başkası gideremez. Eğer, sana bir iyilik dokundurursa, artık O’nun her şeye gücü yeter. O, kullarının üstünde karşı konulmaz güce sahiptir. O bilgedir, haberdardır.”
“Tanıklık bakımından hangi şey en büyüktür,” diye sorması istenen Elçi’den şu yanıtı vermesi istenir: “Sizinle benim aramda tanık olan Allah’tır. Bu Kur’an, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için bana vahyolundu. Doğrusu, siz mi Allah’tan başka tanrılar olduğuna tanıklık ediyorsunuz? Ben tanıklık etmem. O, ancak tek bir tanrıdır ve doğrusu, sizin ortak koşmanızdan da uzağım.” Biz devreye girer ve şöyle denir: “Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ama kendilerine yazık edenler, işte, onlar inanmayanlardır.” Ayetleri yalanlayanlardan daha zalimi yoktur ve zalimler/haksızlık yapanlar kurtuluşa eremez. Biz onların hepsini topladığı gün, ortak koşanlara şöyle denecektir: “Ortak sanıp durduklarınız nerede?” Onlar ise, “Rabbimiz, Allah’a yemin ederiz ki, biz müşriklerden değildik, demekten başka bir özür” bulamayacaklardır. Onlar vicdanlarına karşı yalan söylerler, “o uydurdukları putlar da kendilerinden” kaybolup gider. İçlerinde elçi Muhammed’i dinleyenler vardır ancak Biz, “onu anlarlar diye kalplerine örtüler ve kulaklarına ağırlık” koymuştur.
Özgür iradesi engellenen insan, neden sorumlu tutulmaktadır? Kur’an metni boyunca sıklıkla karşımıza çıkan bu kalıp Arap toplumuna özgü bir anlatım tarzı mıdır?
Sonrasında daha önce de defalarca tekrarlanan kalıplarla anlatım sürer. İnkârcılar belge de görse inanmazlar, elçi Muhammed’le tartışırlar, “bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir, derler.” İnkârcılar, farkına varmadan kendilerini yok etmektedirler. Muhammed peygambere şöyle denir: “Onlar ateşin önünde/üzerinde durdurulduklarında, ‘keşke geri çevrilsek ve Rabbimizin ilkelerini yalanlamasak ve inananlardan olsak’ dediklerini bir görsen!” Geri döndürülseler bile “kendilerine yasak edilen şeye dönerler. Doğrusu, onlar yalancıdırlar.” İnkârcılar; “hayatımız ancak bu dünyadakinden ibarettir. Biz diriltilecek de değiliz, derler.”
Rabbin huzurunda durduklarında, Rab kendilerine “bu gerçek değil mi,” dediğinde, onlar, “elbette, Rabbimize yemin ederiz ki, gerçektir derler.” Ancak inkâr etmelerinden ötürü yanıt, “azabı tadın” olur. “Allah’a kavuşmayı/huzuruna çıkmayı yalanlayanlar, doğrusu kaybedeceklerdir.” Kıyamet günü/Saat ansızın geldiğinde inkârcılar, “dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize,” diyeceklerdir; “yüklendikleri ağırlık ne kadar kötüdür.” Ardından şöyle denir: “Dünya hayatı/dirliği, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu/sarayı ise, Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız/düşünmüyor musunuz?”
Burada ve tüm Kur’an metni boyunca ara ara geçen aklı kullanmak ya da düşünmek gibi ifadelerin iman-inkâr eksenli olduğunu hatırlatalım.
Muhammed peygambere doğrudan hitap eden Biz, inkâr edenlerin dediklerinin onu üzdüğünü bildiklerini; onların aslında onu yalanlamadığını, Allah’ın hükümlerini bilerek inkâr ettiklerini vurgular. Muhammed peygamberden önce de birçok elçi yalanlanmıştır. Biz’in yardımı kendilerine gelene kadar “yalanlanmaya ve incitilmeye” katlanmışlardır. Biz; “Allah’ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki sana, peygamberlerin haberlerinden bir kısmı gelmiştir,” dedikten sonra Elçi’sine şöyle meydan okur: “Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden/bilmezlerden olma!” Biz şunu da vurgular: “Ancak, işitenler çağrıya cevap verir./Daveti ancak dinleyenler kabul ederler. Ölüleri ise Allah diriltir ve sonra O’na geri döndürülürler.” Biz, “Rabbinden kendisine bir belge gönderilmeli/bir mucize indirilmeli değil miydi?” cümlesinde ısrarcı olanlara da şu yanıtı verir: “Şüphesiz ki Allah, bir mucize indirmeye kâdirdir, fakat çokları bilmezler.” Biz; “kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır,” der ve yeryüzünde yürüyen hayvanların, iki kanadıyla uçan kuşların da birer ümmet/toplum olduğunu ve hepsinin “Rablerinin huzurunda” toplanacağını belirtir. Biz’in ayetlerini yalanlayanlar “karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola koyar.” İpler göklerin elinde ise insan neden yaptıklarından sorumludur?
Sure; Allah’ın azabı ve kıyamet tehdidiyle sürer. Muhammed peygamberden toplumuna şunları söylemesi istenir: “Allah’ın azabı size gelse veya Saat size gelse, doğru iseniz Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Hayır! Ancak O’na yalvarırsınız. Dilerse, yakardığınız belayı kaldırır ve siz de O’na ortak koşmayı unutursunuz.”
Biz; Muhammed peygamberden önceki ümmetlere/milletlere de peygamber göndermiş ve onları, “yalvarsınlar/yakarsınlar” diye “darlık ve sıkıntı ile” cezalandırmıştır. Biz sorar: “Onlara baskınımız geldiğinde yakarmaları gerekmez miydi? Ama kalpleri katılaştı ve şeytan da onların yaptıklarını kendilerine süslü gösterdi. Kendilerine hatırlatılan şeyi unuttuklarında, her şeyin kapısını onlara açtık. Kendilerine verilenlerle sevinç içinde oldukları sırada, ansızın onları yakalayıverdik, hemen üzüntüden dillerini yuttular. Âlemlerin Rabbi/eğiteni Allah’a övgüler olsun ki, haksızlık eden ulusun kökü kesildi.”
En’am suresi anlatımı devam edecektir.
Canan Murtezaoğlu