“İmanını saklayan bir adam” (1)

Canan Murtezaoğlu

 

 

Sıradan bir vatandaş eline bir Kur’an meali/çevirisi aldığında ne okuyor?

Önceki Zümer suresi anlatımında; Muhammed peygambere hitaben, “yalnız Allah’a kulluk et” emri ile işaret edilmek istenenin Yaratan ile putların arasına set çekmesi olduğunu ifade etmiş ve böylelikle de Arap toplumunun ve bölgedeki kavimlerin yerleşmiş inançlarına gönderme yapıldığını belirtmiştik.

Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın kırk birincisindeyiz. İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli yedinci sure “Mümin” dir, (İnanan) Gâfir suresi olarak da bilinir. Arap alfabesinin “Ha ve Mim” harfleriyle başlayan ve tefsirlerde, önceki Zümer suresi ile de ilintili olduğu belirtilen suredeki göksel kavramlar Allah, Rab ve Biz’dir.

Kitap yüce ve bilgin Allah katından indirilmiştir.” ayetinden sonra Muhammed peygambere şöyle hitap edilir: Allah’ın ayetleri hakkında ancak kâfirler mücadele ederler. Şimdi onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın. Onlardan önce Nuh kavmi, arkalarından da çeşitli topluluklar yalanlamışlardı. Her ümmet, kendi peygamberini/elçisini yakalamayı amaçlamıştı. Onunla gerçeği çürütmek için yalandan yana tartıştılar. Ben de onları tuttum, alıverdim. (Bak o zaman) azabım nasıl oldu?”

Zümer suresinin son ayetinde verilen “Melekleri, arşın çevresini kuşatmış olarak, Rablerini övüp yüceltirken görürsün.” ifadesi bu surede de şöyle sürer: “Arşı yüklenenler ve çevresinde bulunanlar Rablerini övgü ile yüceltirler. O’na inanırlar. İnananlar için bağışlanma dilerler: ‘Rabbimiz! İlmin ve acıman her şeyi içine almıştır. Tövbe edip, Senin yoluna uyanları bağışla, onları alevli ateşin azabından koru. Rabbimiz! Onları ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları da kendilerine söz verdiğin devamlı mutluluk cennetlerine/Adn cennetlerine koy; doğrusu ulu olan, bilge olan ancak Sensin. Onları kötülüklerden koru! O gün kötülüklerden kimi korursan ona şüphesiz acımış olursun. Bu büyük kurtuluştur.”

Ardından inkâr edenlere/kâfirlere seslenilir: “Allah’ın öfkesi, sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür; inanmaya çağırıldığınızda inkâr ederdiniz.” İnkâr edenlerin; “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmaya yol var mıdır?” sorusu da şöyle yanıtlanır: “Yalnız Allaha çağrıldığı zaman inkâr ederdiniz de O’na eş koşulunca inanırdınız. Artık egemenlik yüce, ulu Allah’ındır.” İnananlar ise “inkârcılar istemese de dini yalnız Allah’a özgü kılarak” O’na yalvarmalıdır.

Arş’ın sahibi Allah, kıyametin dehşetini haber vermek için kullarından dilediği kimseye emrinden ruh/melek/vahiy indirmektedir. Kıyamet anlatımına göre; o gün kabirlerinden meydana fırlayanların “hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz.” Mülk/egemenlik kimindir, sorusu “tek ve kahhar olan Allah’ındır,” şeklinde yanıtlanır. Herkese “kazandığının karşılığı verilir,” haksızlık yoktur. “Allah hesabı çabuk görendir.”

Muhammed peygamberden; “yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan gün ile” kavmini uyarması istenir. “Haksızlık edenlerin dostu da yok, sözü dinlenecek şefaatçisi de yoktur.”

Arap kavmine de şöyle hitap edilir: “Yeryüzünde bir gezmediler mi? Baksalar ya kendilerinden öncekilerin sonları nasıl olmuş? Onlar yeryüzünde gerek kuvvetçe ve gerek eserce kendilerinden daha üstündüler. Öyle iken Allah onları günahları sebebiyle tutup alıverdi. Kendilerini Allah’ın azabından koruyacak biri bulunmadı. O, şundandı: Onlara peygamberleri apaçık delillerle geliyorlardı. Ama onlar inkâr ettiler. Allah da tuttu kendilerini alıverdi. Çünkü O’nun kuvveti çok, azabı şiddetlidir.”

Ardından Musa öyküsü tekrarlanır. Biz, Musa’yı “apaçık delillerle Firavun, Haman ve Karun’a” gönderir. Onlara göre “pek yalancı büyücünün biri/bir sihirbaz, bir yalancı” olan Musa, Biz tarafından hakkı getirince “onunla beraber iman etmiş olanların oğullarını öldürün, kadınlarını diri tutun,” derler. Ancak inkârcıların tuzağı boşa çıkar. Firavun şöyle der: “Beni bırakın da Musa’yı öldüreyim, o Rabbine yalvaradursun. Doğrusu sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.” Musa yanıt verir: Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım.”

Bu sırada “Firavun ailesinden imanını saklayan bir adam” gelir. Elmalılı tefsirindeki bilgiye göre bu imanını saklayan adamın anlatıldığı 28-45. ayetler nedeniyle surenin adı “Mümin” dir.

İmanını saklayan adam şunları söyler: “Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Halbuki o size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Hem o bir yalancı ise çok sürmez, yalanı boynuna geçer. Fakat doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı olsun başınıza gelir. Şüphe yok ki Allah aşırı giden bir yalancıyı doğru yola çıkarmaz. Ey kavmim! Bugün mülk/saltanat sizindir. Dünyada yüze çıkmış bulunuyorsunuz. Eğer gelecek olursa Allah’ın hışmından bizi kim kurtarır?” Firavun ise üstünlüğünü vurgular: “Ben size neyi gösteriyorsam odur. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum.” İmanını saklayan adam sözlerini sürdürür; kavmi için Nuh kavmi, Âd, Semud ve daha sonrakilerin durumunun benzerinden korkmaktadır. Aynı şekilde kavmi için çağrışma gününden/kıyamet gününden de korkmaktadır ve şöyle der:

O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız. Fakat sizi Allah’tan koruyacak olan yoktur. Her kimi Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici bulunmaz.” İmanını saklayan adam, bundan önce kendilerine Yusuf’un geldiğini, belgeler getirdiğini; ancak getirdiği şeylerden şüphelenip durduklarını, Yusuf öldüğünde ise “bundan sonra Allah asla peygamber göndermez,” dediklerini kavmine hatırlatır. Şöyle denir: “Bunlar Allah’ın ayetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katında da inananların yanında da öfkeyi artırır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.”

Firavun, daha önceki surelerde yer alan şu isteğini tekrarlar: “Ey Haman! Bana bir kule yap, belki ben o yollara ulaşabilirim. Göklerin yollarına ulaşabilirim de Musa’nın ilahının ne olduğunu anlarım. Ben onu mutlaka yalancı sanıyorum.” Ardından şöyle denir: İşte böylece Firavun’a kötü ameli süslü gösterildi de yoldan çıkarıldı. Firavunun düzeni kuşkusuz boşa gidecekti.”

Gökler Firavun’a, kötü amelini süslü gösterdi ise Firavun’un seçme şansı olabilir miydi? Ya da Firavun neden iyi ve güzele kılavuzlanmadı? O da yaratılan değil miydi?

Burada bir parantez açalım. Tüm Kur’an boyunca karşımıza iki tür yapı çıkıyor ve tüm anlatım bunların etrafında şekilleniyor. Ana yapının başında bir Yaratan var. Bu; kimi zaman Allah, kimi zaman Biz, kimi zaman da “besleyip, terbiye edip eğiten” anlamındaki Rab kelimesiyle sunuluyor. Yaratan, Tevrat’ta örnek olarak; “RAB Tanrı göğü ve yeri yarattığında,” (Yaratılış; 2: 4) İncil’de ise “"Baba, yerin ve göğün Rabbi!” (Matta; 11: 25) olarak geçmektedir. Yaratan’ın, etrafında zaman zaman “danıştığı,” onu sürekli öven, yücelten melekleri ve melekler yüksek topluluğu olduğu gibi, insanları doğru yoldan saptırmak üzere Yaratan’dan izin almış olan İblis de bulunuyor. Yaratan’ın göksel yapısı, yeryüzündeki elçisi/peygamberi ile irtibat halinde. Bu da ruh/melek/vahiy yoluyla sağlanıyor ve bir toplumun yok edilişinde elçi/peygamber ve çevresindekiler mutlaka nokta atışı ile kurtarılıyor. Elçiler/peygamberler de verilen yok ediliş örneklerine göre, Yahudi kavminden kişiler oluyor.

Diğer yapı ise her düşüncesi ve hareketi göklerin izin ve onayına bağlı, ipleri göklerin elinde olan bir yaratılmış yani insandır. Bu insan hem yaratılışının gereğini yapmak zorunda bırakılıyor hem de kendisine sürekli meydan okunuyor, hesaba çekilmekle ve azapla tehdit ediliyor. Ara ara genelleme ile “Ey insan!” seslenişi olsa da asıl seslenilen ve kendilerine söz söylenenler, Yahudi ve de Arap kavminin elçileri sorgulayan insanları oluyor. Göklerin kurduğu düzenin sonunda kıyamet, hesaplaşma, ödül ve ceza bulunuyor. Bu düzene göre Yaratan’ın elçilerine uyanlar iyiler yani inananlar, uymayanlar da kötüler yani kâfirler oluyor.

“İyiler” e vaat edilen “altlarından ırmaklar akan” cennetler; balkonlu köşkler, tahtlar, iri gözlü huriler, süzme bal, süt ve şarap nehirleri ile hayalleri beslerken azap ve ateşin temsilcileri cehennemler de Allah ya da Biz’in elçilerine uymayan ve onları sorgulayan “kötüler” e tehdit ve meydan okuma olarak sunuluyor.

Parantezi kaparken şunu da hatırlatalım: Semavi kabul edilen üç dinin de filizlendiği yer bugün Ortadoğu diye bilinen ve Tevrat’ta Rab Tanrının bahçesi olarak geçen, dört nehirle sınırları çizilmiş yani altlarından ırmaklar akan Aden bahçesidir. Bu nehirler Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat’tır. (Yaradılış 2; 8-14) Tevrat’ta tarif edilen cennet; bugün Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusu ve İran’ın aşağı Zagros Dağlarını içine alan bir bölümünü kapsamaktadır.

Mümin suresi anlatımı devam edecektir.

 

 

Canan Murtezaoğlu