Kabiliyet ve Yazarlık

YUNUS EMRE YÜCEBAŞ

Haziran ayı, kitap etkinlikleri bakımından biraz durgun geçti. Fuarlar pek yoktu. İçinde olduğum edebiyat topluluklarının hiçbirisi ay içinde fuar etkinliği düzenlemedi. Ağırlığı satranç turnuvalarına iştirak etmeye verdim: Bu bağlamda, Yalova, Antalya, Ankara gibi birçok kente uğradım. Hem kentlerin yapısını gözlemledim hem de turnuvalarda yer aldım. Antalya'daki turnuvada önemli bir derece elde ettim, Kadıköy'de düzenlenen bunu turnuvada ise bunu perçinlemek için mücadele ettim… Bir yandan da Ankara’da tekrar yapılacak olan kitap fuarına dair haber gelmesini bekliyorum. Gerek kitap gerek satranç işleri, bir şehir merkezli olmuyor. Her ne kadar bu tarz işlerin merkezinin İstanbul olduğu düşünülse de, salt metropol ile bunları sınırlamak pek makul bir görüntü değil.

      Öyle ki, ülke geneline sirayet etmek gerekiyor. Velev ki, Avrupa, Uzak Doğu gibi yerlere de açılarak daha enternasyonal bir vaziyete intikal etmek de gerekiyor. Elbette bu sayılanların hepsi birer masraf. Ne kitap fuarlarda ne turnuvalarda organizasyon şirketler sanatkar veya sporcunun herhangi bir yol, konaklama maliyetini karşılamıyor. Hepsini kişi kendisi halletmekle mükellef. Bu da, şehirlerarası veya uluslararası olmak için bütçe ayırmak gerektiği anlamına geliyor. Bu bakımdan, orta sınıf ve üzeri ailelerde doğan kimseler bu gibi işlerde yatırımcı gibi hareket etmek şansına daha fazla haizler. Ancak, gelinen noktada, özellikle sanat, spor gibi işlerin merkezi olan Avrupa’daki kur farkını düşününce aslında orta sınıf bir aileden gelen bireyin bile bu koşullarda uluslararası etkinliklere sponsor olmadan iştirak etmesi pek mümkün görünmüyor.

       Öte yandan, son günlerde kitap dünyası ile alakalı bir durum kafamı kurcalar oldu. Çevrede, birçok insana bakıyorum: Kitap çıkaran bir kimse ile biraz etkileşimde bulununca, ‘’Ben de kitap çıkarmak istiyorum!’’ veya, ‘’Kafamda ne zamandan beri bir proje vardı!’’ gibi kelamlar ile arayış içine giriyorlar. Bu durum, bir yandan edebiyata olan ilginin fazla olduğunu lanse edip sevindirici bir portre sunarken, diğer yandan ise kitap çıkarmanın bu kadar hafife alınacak bir şey olmadığını düşündürüyor ve karamsar bir portre sunuyor. Gerçi hoş, bu gibi kimseler kitap çıkarma konusunda karşılarına çıkacak engellerin hiçbirini hesaba katmıyorlar belki de. Nitekim çıkarılan kitap sayısı çoğaldıkça ve iş, daimi bir hal aldıkça birçok engel hasıl olabilir ileri evrelerde. Ama konumuz bu değil. İnsanların kitap çıkarma işine karşı olan merakları. Bu eğilimin çokluğu, akla şöyle bir soru getiriyor doğal olarak: Yazarlık, bir meslek mi yoksa meslek değil mi? Eğer meslek ise, belli birtakım ölçütleri olması ve yalnızca bunları karşılayabilen kimselerin yazar olabilmeleri gerekir. Öyle değil mi? Okuma yazma bilen her birey kitap yazabilir.  

      Peki, yazılan kitap gerçekten kitaba benzer mi? Şöyle bir karşılaştırma yapılabilir: Evinde olduğu vakit, her insan mutfak işlerini yapabilir. Dolaptan içecek alıp salondaki masaya bardaklarla beraber taşıyabilir. Peki, bunu yapabilen herkes garson olabilir mi? Muhtemelen biraz kurumsal yerlere gitse işe uygun olmadığı söylenecek veyahut alınsa bile belli bir süre sonra işten çıkarılacaktır. Nitekim evdeki içecek taşımanın aksine, dış görüntü, iletişim, alakadar olunan kişilerin oranındaki nicel artış, yapılan işin evdeki kadar homojen mahiyette olmaması gibi birçok sebep dolasıyla ev ile restoran arasında bir uyumsuzluk belirir. Bu sebeple, içecek servis etmeyi bilen herkesin garson olamayacağı düşünülebilir. Kaldı ki, yazarlık gibi bu kadar çok okuma, detaycılık, hayal gücü gerektiren bir işi önüne gelenin yapmak istemesi doğru mudur? Sadece yazı yazmayı bilmekle yazar olunur mu? Bunlar çok tartışmaya açık konular. Ancak, şahsi fikrim, garsonluk örnekleminde olduğu gibidir. Yazarlığın bir derinliği ve doğası vardır. Önüne gelenin değil, kabiliyeti olanın, onu bir ideal görenin, başkalarına ve içinde yaşadığı topluma, velev ki insanlığa faydalı olmak isteyen kimselerin yazmaları gerekir. Bu konudaki bir yanlış algı da eğitimci olan herkesin kitap yazması gerektiğidir: Bir kimsenin iyi bir muallim olması onun iyi bir yazar olacağı anlamına gelmez. Nasıl ki bir yazar belli -formasyon ve bunun gibi- belli kriterleri karşılamadıkça muallim olamaz ise, bir muallimin de sanatın doğasına ait olan belli kriterleri karşılaması beklenmeli. Bu konuda tezahür eden içtimai paradigmaya da pek katılmadığımı beyan etmek isterim. Bir kimsenin bilgisinin çok fazla olması da iyi bir yazar olacağı anlamına gelmez. Geçenlerde, 100’den fazla ülkeyi gezmiş olan emekli bir bankacının anı ve seyahatname türlerine uygun düşecek bir yapıtını okumaya başlamıştım. Yazar, çok az insana nasip olacak bir dünya turuna mazhar olmasına rağmen gezip gördüğü yerleri betimleme konusunda vasat bir portre ortaya koymuştu. Öyle ki, bazı ülkeleri birkaç cümle ile anlatıp konuyu kapatıyordu. Detaya girememesi ya iyi bir gözlem gücü olmadığını ya da yazıya aktarma yaparken planlama ve sabır gibi konularda yeterli bir kabiliyeti olmadığını lanse ediyordu. Bu bakımdan, çok bilmek de kifayet etmez. Yazmakta amaç, ne yazdığımız kadar nasıl yazdığımızdır da! Toparlayacak olursak, ‘’Yazarlık bir meslektir, okuma yazmayı biliyor diye bir bireyin kitap yazması icap etmez.’’ diyebiliriz.

           Nihayet şu kısmı da vurgulamak istiyorum: Bu, piyasada belli başlı isimlerin alana ambargo uygulamaları elitist bir sanat anlayışı olarak da algılanmamalı. Popülizm kadar elitizm de edebiyata zarar verir. Ki, veriyor da. Şu an piyasada yer alan akım: Geleneksel ve elitist edebiyat anlayışı ile popülist ve davetkar edebiyat anlayışı. Bana sorarsanız, ikisi de çok uç. Ne büyük sermaye organizasyonlarının yarattığı geleneksel yazarlık anlayışı ne de okuma yazma biliyor diye kitap kapağı açmamış bir kimseden veya bilgisi çok olsa bile kabiliyeti olmayan bir kimseden yazar yapmak anlayışını doğru buluyorum. Bunun ortası bulunmalı. Unutulmamalı ki, adalet, herkes yerli yerine koymaktır. Herkesin kabiliyeti olan ve sevdiği şeyleri yapmasıdır. İnsanlar, kendileri ile barışık olurlarsa ve kabiliyetlerinin bilincinde olurlarsa mesleklerde enflasyonlar meydana gelmez. Sözgelimi çocukken keman kursunda sonuncu olmuştum. Ancak bunu sorun etmemiştim. Herkes her şeyden anlamak ve her işi yapmak zorunda değil çünkü.