• BIST 11060.39
  • Altın 5421.591
  • Dolar 42.0422
  • Euro 48.4548
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 8 °C

“Ey Davut hanedanı” (1)

Canan Murtezaoğlu

 

Sıradan bir vatandaş eline bir Kur’an meali/çevirisi aldığında ne okuyor?

Önceki Lokman suresi anlatımında; Türk aydınlanmasının Büyük Önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kaleme aldığı Nutuk adlı ölümsüz eserinde “Allah ile aldatma” konusuna, olayları ayrıntılarıyla vererek dikkat çektiğini belirtmiştik.

Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz dokuzuncusundayız.

İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli beşinci sure “Sebe” dir. Kaf suresinde, yok edilen kavimler arasında sayılan Tübba kavminin Sebe halkı olabileceği bilgisi açık kaynaklarda vardır. Neml suresinde de Yahudi kral peygamber Süleyman ve güneşe secde etmekte olan Sebeliler’in öyküsü anlatılır. Yemen Araplarının atası sayılan Sebe, bir hanedan veya kabiledir. TDV, İslam Ansiklopedisindeki bilgilere göre de “M.Ö. yaklaşık 2500 yıllarına ait Sümer kitabelerinde geçen ‘sâbâ’ ve ‘sâbâm’ kelimeleriyle Sebe Devleti’nin kastedilme ihtimalinden hareketle Sebe’nin tarihinin milattan önce üç binli yıllara uzandığı” düşünülmektedir.

“Övgü/hamd, göklerde olanlar ve yerde bulunanlar Kendisinin olan Allah’adır.” ifadesiyle başlayan surede geçen göksel kavramlar Allah, Rab ve Biz’dir.

“Yere ne giriyor ve ondan ne çıkıyor, gökten ne iniyor ve ona ne çıkıyorsa (Allah) hepsini bilir.”

İman-inkâr ve sonuçlarının anlatımı, inkârcıların, “Bize o kıyamet saati gelmez.” cümlesiyle başlar. Elmalılı tefsirindeki rivayete göre surenin iniş nedeni, Ebu Süfyan’ın Mekke kâfirlerine şu hitabıdır: “Muhammed bizi ölümden sonra azap ile tehdit ediyor ve ba’s ile korkutuyor, Lât ü Uzzaya kasem ederim ki bize o saat ebeden gelmeyecek ve biz ba’s olunmayacağız.” Bunun üzerine Muhammed peygamberden şunu söylemesi istenir: “Hayır! Öyle değil; görünmeyeni bilen Rabbime andolsun, o size muhakkak gelecektir. Göklerde de yerde de zerre ağırlığınca, ondan daha küçüğü de daha büyüğü de ona gizli olmayıp, ancak apaçık bir kitaptadır.” 

İnananlar ve yararlı işler işleyenlere ödül ve “şerefli rızık” varken, Biz’in ayetlerini “geçersiz kılmaya yeltenenlere de iğrenç ve can yakıcı azap vardır.” Kendine “ilim verilmiş olanlar” elçi Muhammed’e Rabbinden indirilenin hak olduğunu bilirler. Kur’an’ın, “güçlü ve övgüye layık olanın yolunu gösterdiğini görürler.” Ancak inkârcılar ısrarcıdır ve şöyle derler: “Siz öldükten sonra/dağılıp paramparça olduğunuz zaman yeniden dirileceğinizi/yeniden bir yaratılış içinde bulunacağınızı haber veren bir adamı size gösterelim mi?” Biz de sorar: “O, bir yalanı Allah’a iftira mı etti, yoksa kendisinde bir delilik mi var?’ Hayır, doğrusu ahirete inanmayanlar, derin bir sapıklıkla azap içindedirler.”

Toplum sorgulamakta, yanıt ya da yorum da vahiy olarak iletilmektedir.

Biz tehdit eder ve peygamberlerini yalanlayan toplumları nasıl yok ettiğini aynı sözcük kalıplarıyla tekrarlar; dilese kendilerini yere geçiriverir yahut gökten üzerlerine parça düşürüverir.

Ardından konu değişir ve Davut hanedanının anlatımına geçilir.

Biz, Davut’a “meziyet (erdem)/imtiyaz(ayrıcalık)” vermiş ve şöyle demiştir: “Dağlar, kuşlar! Onunla beraber tespih zamanında avazınızı çıkarın.” Biz, Davut’a demiri yumuşatmış ve “(bütün bedeni örtecek) uzun zırhlar yap, (onları) dokumada intizamı gözet,” demiştir. Ayetin devamında özne tekil olur ve şöyle denir: “Ey Davut ailesi, Yararlı iş işleyin; doğrusu, Ben yaptıklarınızı görmekteyim.” Biz, “Süleyman’ın emrine de rüzgârı” vermiş ve “o, sabahtan öğleye kadar bir aylık yol, öğleden akşama kadar yine bir aylık yol” almıştır. Biz şöyle devam eder: “Onun için erimiş bakır kaynağını su gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerin bazıları onun yanında çalışırdı. Bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona ateşin azabını tattırırdık. Süleyman ne dilerse; ona, tapınaklar, heykeller, havuzlara benzer çanaklar ve durağan kazanlar yaparlardı. Ey Davut hanedanı! Şükrederek çalışın! Kullarımdan şükreden pek azdır.”

Biz, Süleyman’ın ölümüne hükmettiğinde ise “cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asâsını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli/alçak düşüren azap içinde bekleyip durmazlardı.”

Burada şunu soralım: Kur’an’da Yahudi kavminin kralları/peygamberleri ve onların üstünlükleri verilir de neden bölgenin diğer ve de vahyin inmekte olduğu Arap kavminin örneğin krallarından, bilgelerinden ya da kahramanlarından hiç bahsedilmez ya da Arap kavminden insanlar övülmez? Sureden devam edelim…

Konu Sebe kavmine gelir. Şöyle denir: “Sebe kavminin meskenlerinde bir ibret vardı: Biri sağında diğeri solunda olmak üzere bir bahçe (cennet) vardı.” Onlara “Rabbinizin rızkından yiyin de O’na şükredin, ne güzel bir belde/şehir ve çok bağışlayıcı bir Rab,” denilmişti. Onlar şükürden yüz çevirince de Biz, üzerlerine “su bendinin selini/Arim selini” göndermiş “ve o güzelim iki bahçelerini buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki harap bahçeye” çevirmişti.

Biz, inkârlarından ötürü onları cezalandırmıştır; Biz “hep böyle çok nankör olanları” cezalandırır.

Sebe anlatımı sürer. Biz, onlarla o bereket verdiği memleketler arasında, sırt sırta şehirler meydana getirmiş, onlara da muntazam gidiş geliş düzenlemiş ve “buralarda gecelerce ve gündüzlerce güven içinde gezip yürüyün” demiştir. Ancak onlar; “Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır” diyerek kendilerine yazık etmişlerdir. Onları efsanelere çeviren ve darmadağın eden Biz, şöyle der: “Şüphesiz ki bunda çok şükredecek her sabırlı için elbette ibretler vardır.”

Onlar üzerinde bir nüfuzu olmamasına rağmen İblis’in onlar hakkındaki görüşü doğru çıkmış, inananlardan bir topluluk dışında, hepsi ona uymuşlardır. Biz şöyle der: “Ahirete inanan kimselerle, ondan şüphede olanları işte böyle ortaya koyarız. Rabbin her şeyi gözlemektedir.”

Ardından; her şeyin sahibi kabul edilen Allah kavramı ile ona ortak koşulan, insan elinin ürünü ve şekilden ibaret olan nesnelerin yani putların kıyaslanmasına gelinir. Muhammed peygamberden şöyle söylemesi istenir:

“Allah’ı bırakıp da tanrı saydığınız putlarınıza istediğiniz kadar yalvarın. Onların ne göklerde ne yerde zerre kadar güçleri yetmez. Onların, bunlarda bir ortaklığı da yok. Allah’ın da onlardan bir yardımcısı yoktur.”

Şunu soralım: Evrenin efendisi olarak verilen “Allah” kavramı neden insan yapımı taş tahta parçası putlarla kendini kıyaslar?

Sebe suresi anlatımı devam edecektir.

 

 

Canan Murtezaoğlu

 

 

 

Bu yazı toplam 34 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Özgür İstanbul | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.