Sıradan bir vatandaş eline bir Kur’an meali/çevirisi aldığında ne okuyor?
Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz dokuzuncusu ve İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli beşinci sure olan “Sebe” suresi anlatımı sürmektedir.
Allah’ın huzurunda, izin verdiği dışında, şefaat/başkasının aracılığı da yarar sağlamaz. Devamla, “De ki” emri ile Muhammed peygamberin toplumuna hitap etmesi istenir. Şöyle denir:
“Size göklerden ve yerden rızık veren kimdir? … Allah’tır, herhalde ya biz ya da siz mutlak bir hidayet üzerindeyiz veya açık bir sapıklık içindeyiz. … Siz bizim yaptığımız günahlardan sorumlu tutulmazsınız. Biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu olmayız. … Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra da hak hükmü ile aramızı ayıracaktır. Asıl hüküm veren ve her şeyi bilen O’dur. … O’na ortak diye takıştırdıklarınızı bana gösterin bakayım! Hayır, öyle şey yoktur, doğrusu güçlü ve hikmet sahibi olan ancak Allah’tır.”
Muhammed peygamberin Biz kavramının bir parçası olduğunun vurgulanması düşündürücüdür! Ayrıca hiç kimse bir diğerinin işlediğinden sorumlu değilse ve bu en yüksek perdeden ifade ediliyorsa din adına bunca dayatma, bunca zulüm, bunca “kâfir” söylemi, inanan inanmayan kavgası neden vardır?
Zaten Muhammed peygamber Biz tarafından “bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak” gönderilmiştir “fakat insanların çoğu bilmez.” İman-inkâr çekişmesi sürer…
İnkârcılar; “doğru sözlü iseniz söyleyin, verilen bu söz ne zamandır,” diye sorarlar. Elçi yanıtlar: “Size vaat edilen öyle bir gündür ki, ondan ne bir an geri kalabilirsiniz ne de ileri geçebilirsiniz.” İnkâr edenlerin, “Bu Kur’an’a ve ondan öncekilere de inanmayacağız,” demeleri üzerine Biz, Kıyamet sonrasında -önceki anlatımlardaki benzer sözcük kalıplarıyla- Rabbin huzurundaki çekişmeyi şöyle anlatır:
“Güçsüz sayılanlar büyüklük taslayanlara, ‘siz olmasaydınız andolsun biz inanmış olacaktık,’ derler. Büyüklük taslayanlar güçsüz sayılanlara ‘Size doğruluk göstergesi geldikten sonra ondan sizi biz mi alıkoyduk? Hayır! Zaten suçlu kimselerdiniz,’ derler. Güçsüz sayılanlar da büyüklük taslayanlara: ‘Hayır! Gece gündüz hile kuruyor ve bize Allah’ı inkâr etmemizi, O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz,’ derler.”
Biz, “inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar” vurur.
Biz, “herhangi bir memlekete tehlikeyi haber veren bir uyarıcı gönderse … oranın refah ile şımartılmış olanları, ‘biz sizin gönderildiğiniz şeyleri tanımayız,” demişlerdir. Onlar şunu da demişlerdir: “Biz malca da daha çoğuz, evlatça da bize azap edilmez.” Biz de Elçi Muhammed’den şunları söylemesini ister:
“Rabbim rızkı dilediğine genişletir, dilediğine sıkar; ancak insanların çoğu bilmezler.”
İnsanları Biz’in huzuruna yaklaştıracak olan ne malları ne de evlatlarıdır. İnanıp yararlı iş işleyenlerin ödülleri yaptıklarına karşılık kat kattır ve onlar “yüksek makamlarda/cennet köşklerinde, güven içindedirler.” Biz’in ayetlerini “boşa çıkarmaya çalışanlar ise, işte onlar azap içinde bırakılırlar.” Rab, kullarından “dilediği kimseye rızkı hem genişletir, hem daraltır;” hayra harcanan şeye karşılık başkasını verir.
Ardından konu değişir. Allah o gün onların yani büyüklük taslayanlar ve güçsüz sayılanların hepsini toplayacak ve meleklere soracaktır: “Şunlar size mi tapıyorlardı?” Melekler şöyle yanıtlayacaktır: “Seni tenzih ederiz. Bizim onlara karşı sığınacak velimiz sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanmışlardı.” Biz de “bugün birbirinize ne fayda ne de zarar verebilirsiniz. Artık, yalanladığınız ateşin azabını tadın,” diyecektir.
Biz, inkârcıları şikâyet etmeye devam eder. Onların karşısında “açık deliller halinde” ayetler okunduğunda o zalimler; “bu, başka değil, sırf sizi atalarınızın taptığı tanrılardan men etmek isteyen bir adam. … Bu (Kur’an), başka bir şey değil, sırf uydurulmuş bir iftira,” demişlerdir. Ayrıca gerçek kendilerine geldiğinde de “bu apaçık bir büyüdür,” demişlerdir. Bunun üzerine Biz şöyle der: “Onlara okuyacakları bir kitap vermemiş ve senden önce de onlara bir uyarıcı göndermemiştik. Kendilerinden önce gelenler de yalanlamışlardı; oysa bunlar, onlara verdiklerimizin onda birine bile erişememişlerdi. Böyleyken elçilerimizi yalanladılar; Beni tanımamak nasıl olur?”
Burada da çoğul-tekil durumu vardır; ayetler Biz ile başlamış, Ben ile sonlanmıştır. Bu neden böyledir? Bu bir dil ya da dilbilgisi özelliği midir? Biz, Ben, Rab ve Allah aynı kavramlar olabilir mi?
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre ilk elli beş surede her şeyi yapıp edenin, iş ve oluşu çekip çevirenin öldürenin, diriltenin kimi yerde Biz, kimi yerde Allah kelimeleriyle verildiğini görmekteyiz. Bu durum Allah’ın Ahad yani “Zatında, varlığında tek olan” isim-sıfatıyla nasıl bağdaşacaktır? Aynı şekilde bu durum, Allah’ın Vâhid isim-sıfatıyla da nasıl bağdaşacaktır? Vâhid kelimesinin din dilindeki anlamının; “sıfatlarında, özelliklerinde tek ve biricik olan. Kullarının ibadet ve yönelişlerinde kendisine herhangi bir varlığı eş ve aracı tutmamasını isteyen” anlamında olduğunu da verelim.
Biz’in emriyle, Muhammed peygamber toplumuna seslenir ve görevini savunur:
“Kuşkusuz, size yalnız bir öğüt veriyorum: Allah için ikişer ikişer ve tek tek ayağa kalkınız; sonra düşününüz, arkadaşınızda bir delilik yoktur. O yalnız, çetin bir azabın öncesinde sizi uyarmaktadır. Ben sizden bir ücret istersem, o sizin olsun; benim ödülüm Allah’a aittir. Ve O her şeye tanıktır. Doğrusu, görünmeyenleri en iyi bilen Rabbim gerçeği hemen söyler. Gerçek geldi; artık saçmalık ne bir şey yaratabilir ne de yeniden var edebilir. Ben sapıtsam, sapıtmakla ancak kendime etmiş olurum. Doğru yolda olursam, Rabbimin bana bildirmesinden ötürü olurum. Doğrusu O, işitendir, yakın olandır.”
Sure Biz’in tehditleriyle sonlanır:
“Onları can baş kaygısına düştükleri vakit görmelisin. Artık kaçacak yerleri de yoktur. Yakın bir mahalde yakalanmışlar, ‘O’na iman ettik’ demektedirler. Fakat onlar için (ahiret gibi) uzak bir yerden (imana/tevbeye) el sunmak (ulaşabilmek) nerede? Oysa onu daha önce inkâr etmişler, uzak bir yerden görülmeyene dil uzatıyorlardı/gayba atıp tutuyorlardı. Artık kendileriyle arzularının arasına set çekilmiştir; tıpkı bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü hepsi işkilli bir şüphe içinde bulunuyorlardı.”
Sebe suresi anlatımı tamamlanmıştır. Sıradan bir vatandaş eline bir Kur’an meali/çevirisi aldığında Sebe Suresi olarak yukarıdaki satırları okumaktadır. Mekkî surelerle ilgili çalışmamız sürecektir.
Canan Murtezaoğlu



























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.