• BIST 11209.97
  • Altın 5750.261
  • Dolar 42.5898
  • Euro 49.5935
  • İstanbul 9 °C
  • Ankara 11 °C

“Şehnişinli köşkler” (2)

Canan Murtezaoğlu

 

 

Sıradan bir vatandaş eline bir Kur’an meali/çevirisi aldığında ne okuyor?

Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın kırkıncısı ve İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli altıncı sure olan “Zümer” suresi anlatımı sürmektedir.

Muhammed peygamber de onlar da elbette ölecektir ve sonra Kıyamet gününde Rabbin huzurunda birbirlerinden davacı olacaklardır. “Allah’a karşı yalan söyleyen ve doğru kendisine geldiği zaman onu yalan sayan” kâfirlerin yeri cehennemdir. “Gerçeği getiren ve onu doğrulayanlar ise saygılı olanlardır/kötülükten korunan müttakilerdir” ve “onlara, Rablerinin katında diledikleri vardır, güzel iş yapanların ödülü budur. Böylece Allah, onların yaptıklarının en kötüsünü örter, onlara işledikleri şeylerin en güzeli ile karşılıklarını verir.” Şöyle sorulur: “Allah kuluna yetmez mi? Allah’ın şaşırttığını doğru yola koyacak yoktur. Allah’ın doğru yol gösterdiğini de saptıracak bulunmaz. Allah, ulu olan ve kötülüklerin karşılığını veren değil midir?”

Ardından, önceki surelerdeki bazı ifadeler tekrar edilir: İnkârcılara, “gökleri ve yeri yaratan kimdir,” diye sorulsa “Allah’tır,” derler. Muhammed peygamberin daha önceki sorusu ve yorumu da yinelenir: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın, ben de bildiğim gibi yapacağım.  Artık ileride bileceksiniz. Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin üzerine konacağını.”

 Biz Elçisine de şöyle der: “İnsanlar için Kitabı gerçekten sana indirdik. Kim doğru yolda giderse kendi yararına gitmiş olur. Kim sapıtırsa kendi zararına sapıtmış olur. Sen onlardan sorumlu değilsin/üzerlerine vekil değilsin.” Konu, ölüm ve şefaat olarak değişir ve şöyle denir:

“Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkor, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Yoksa, Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? … Onlar hiçbir şeye sahip değilken ve akıl da edemezken mi? … Şefaat bütünü ile Allah’a aittir. Çünkü göklerin ve yerin egemenliği O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.”

Allah tek olarak anıldığında, “ahirete inanmayanlar yürekleri tiksintiyle çarpar, ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” Biz, Allah’ın, “kullarının ayrılığa düştükleri şeyler hakkında aralarında” hükmedeceğini belirtir. Bütün yeryüzündekiler ve bir o kadarı o zulmedenlerin olsa, Kıyamet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu mutlaka feda edeceklerdir; “ancak ne var ki, hiç hesaba katmadıkları şeyler” Allah tarafından karşılarına çıkarılacak, “alaya aldıkları şeyler” de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.

İsra, Lokman ve En’am surelerinde insanın nankörlüğünü anlatan örneğin: “Denizde başına bir sıkıntı gelse O’ndan başka yalvardıkları ortadan kaybolur. Sonra O, insanı karaya çıkarsa, insan yüz çevirir. … Onları kara bulutlar gibi bir dalga sardığı zaman, dini yalnız kendisine özgü kılarak Allah’a yalvarırlar. … Allah, sizi ondan ve bütün sıkıntılardan kurtarır, sonra da siz yine ortak koşarsınız. ” ayetlerinde özne Allah iken bu surede, aynı konuda, öznenin Biz olduğunu görmekteyiz. Şöyle denir: “İnsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır, sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman, ‘Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir,’ der. Hayır, o bir denemedir, ancak çoğu bilmezler.” Öznenin Biz olma durumunu daha önce Hud suresinde de görmüştük. İfadeleri hatırlayalım: “Andolsun katımızdan insana bir acıma tattırsak, sonra da onu ondan çekip alsak, doğrusu, o, umutsuz bir nanköre döner. Başına gelen bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırsak, ‘Artık kötülükler benden gitti’ der, mutlaka böbürlenir ve şımarır.”

Yukarıdaki ifadelere göre şunu tekrar sormak zorundayız: İş ve oluşun sahibi Allah mıdır, Biz midir ve bu durum Allah’ın Ahad ve de Vahid isim-sıfatlarıyla nasıl bağdaşacaktır?

Konu sürer ve şöyle denir: “Bunu onlardan öncekiler de söylemişti, ama kazanmış oldukları şeyler onlara fayda vermedi. Bunun için işledikleri kötülükler başlarına geldi. Bunlar içinde haksızlık edenlerin de kazandıkları kötülükler başlarına gelecektir. Artık kaçamayacaklardır.”

Allah’ın, rızkı dilediğine açtığı ve kıstığı hatırlatılır ve iman edecek bir kavim için bunda nice ibretler/dersler olduğu belirtilir. Muhammed peygamberden şunu söylemesi istenir: “Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” Sonraki ayete göre bu bağışlama şarta bağlıdır çünkü azap gelmeden önce Rabbe yönelmeli, O’na içtenlikle boyun eğilmelidir yoksa kurtulmak mümkün değildir.

Kişi, “Allah’a karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alaya alanlardanım,” demeden önce, Rabbinden indirilene uymalıdır. “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben müttakilerden olurdum,” da diyecek olan kişi,  azabı gördüğü zaman şunu da diyebilecektir: “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik yapanlardan olsaydım.” Yanıt şöyle gelir: “Evet! Kuşkusuz öğretilerim sana gelmişti de onları yalanlamış, büyüklük taslamış ve inkârcılardan olmuştun.”

Ceza-ödül anlatısına geçilir. Kıyamet gününde, Allah’a karşı yalan uyduranların yüzlerinin simsiyah olduğu görülür ve “büyüklenenler için cehennemde bir yurt olmasın mı,” diye sorulur. “Allah saygılı olanları/kötülüklerden sakınanları başarılarından ötürü kurtarır. Onlara hiçbir kötülük değmez, hem onlar üzülmezler de.” Her şeyin yaratanı, her şeyin gözeticisi Allah’tır; “göklerin ve yerin kilitleri O’nundur. Allah’ın ilkelerini inkâr edenler, işte onlar ziyandadırlar.”

 “Ey densizler/cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz?” sorusunu sorması istenen Elçi Muhammed uyarılır: “Andolsun ki, sana da, senden öncekilere de şu vahyolunmuştur: ‘Andolsun, eğer Allah’a ortak/şirk koşarsan,  kuşkusuz işler/bütün çalışmaların boşa gider ve ziyana uğrayanlardan olursun. Hayır! Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol!”

Muhammed peygambere verilen, “yalnız Allah’a kulluk et” emri ile işaret edilmek istenen Yaratan ile putların arasına set çekmesidir. Bunun nedeni Arap toplumunun ve bölgedeki kavimlerin yerleşmiş inançlarıdır. Böylelikle bu inançlara da gönderme yapılmıştır. İslam öncesinde Araplar Kâbe’deki putlara tapmakta ve bunlardan en güçlüsü olan ay tanrısı Al-İlah’ın (El-İlah) dünyanın yaratıcısı, havadan yağmur indirici, yerden dane çıkarıcı ve Kâbe’nin efendisi olduğuna inanmaktadırlar. Bu durum bölge kavimleri için de benzerdir. Örneğin; Medine Bölgesi’ndeki Medain Salih kentinde ya da Antik Çağ’daki adıyla Hegra’da yaşadığı varsayılan Semud kavminin yok ediliş öyküsünü anlatan Kur’an ayetlerinde “Allah’ın elçisi … Allah’ın dişi devesi” gibi ifadeler geçer.

Ancak bu yadırganmamalıdır çünkü “Allah” kavramı ve kelimesi o bölgede binlerce yıldır bilinmektedir. Şöyle ki Milat’tan çok önce var olduğu düşünülen bir baş tanrının ismi olarak kullanılan “El” ya da “İl” kelimeleri, Aramiceye Eloh/Elaha, İbraniceye de Eloah olarak geçmiştir. İncil’de Eli/Elohi/Eloi (İloy) kelimeleri tanrı anlamında kullanılır. İslam bilginlerinin bir kısmının görüşü, Allah kelimesinin “ilah” tan, onun da Sami dinlerindeki El/İl’den türetilmiş olabileceği yönündedir. Bir diğer görüş de Arapça “ilah” kelimesinin Süryanice Laha ya da Aramice Alaha kelimesiyle ilgili olabileceğidir. Sureden devam edelim.

Kıyamet ve hesap verme anlatımlarına geçilir. İnkârcılar Allah’ı “gereği gibi” değerlendirememiştir. “Bütün yeryüzü, diriliş günü O’nun avucundadır; gökler O’nun gücüyle durulmuş olacaktır./Gökler de kudretiyle dürülmüştür. O onların ortak koşmalarından arı ve yücedir. Sur’a üflenince, Allah’ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar bayılırlar/çarpılıp yıkılmıştır. Sonra Sur’a bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakıp dururlar. Yeryüzü Rabbinin ışığıyla aydınlanır, Kitap açılır, peygamberler ve tanıklar getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında hakka göre hüküm verilir. Her kişiye işlediği ödenir. Kuşkusuz O, onların yaptıklarını en iyi bilendir.

İnkâr edenler kümeler halinde cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında cehennemin kapıları açılır. Bekçileri onlara, ‘Size içinizden Rabbinizin ilkelerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı uyaran elçiler gelmedi mi,’ derler. ‘Evet, geldi,’ derler. Ne var ki, azap sözü inkârcıların aleyhine gerçekleşir. Onlara, ‘Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin; büyüklenenlerin yurdu ne kötüdür,’ denir. Rablerine karşı saygılı olanlar/korkanlar kümeler halinde cennete götürülürler. Oraya varıp da cennetin kapıları açıldığında, bekçileri onlara, ‘esenlik/selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin/ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya’ derler.” Bunun üzerine cennetlikler; “bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere yerleştiren Allah’a övgüler olsun. Cennette istediğimiz yerde oturabiliriz. Çalışanların ödülü ne güzeldir,” diyeceklerdir.

Sure Elçi Muhammed’e hitapla ve göksel bir şölen anlatımıyla sonlanır: “Melekleri, arşın çevresini kuşatmış olarak, Rablerini övüp yüceltirken görürsün. Artık onların aralarında gerçekle hükmolunmuştur: ‘Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun, denir.”

Zümer suresi anlatımı tamamlanmıştır. Mekkî surelerle ilgili çalışmamız sürecektir.

Canan Murtezaoğlu

Bu yazı toplam 24 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Özgür İstanbul | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.