• BIST 10225.48
  • Altın 4303.958
  • Dolar 40.2198
  • Euro 46.6876
  • İstanbul 27 °C
  • Ankara 27 °C

Kavramları Sadeleştirmek

YUNUS EMRE YÜCEBAŞ

Bilimin toplum içinde son derece kutsanan bir olgu olduğu hepimizin malumu. Öyle ki, ona dair negatif içerikli bir yorum duyduğumuz çok nadirdir. Üniversitelere dair birtakım tenkitler yapılsa da bunlar olgusal tenkitler olmayıp bu işi temsil eden kadrolara dair yapılan, olgudan ziyade kişiyi yadırgayan yapıdadırlar.

   Aslında bilimin de çok fazla negatif durumu vardır konuşulması gereken. Ancak, bunlar, genelde gündeme getirilmez. Tek tük bahsedenler olur onlar da, ‘’Bilim düşmanı!’’ ilan edilirler. Halbuki bir sistemin eksik yanlarını ifade etmenin ona düşman olmakla hiçbir alakası yoktur. Velev ki, tam aksine bu tarz bir kimse, ona dair tahayyül ettiği hakikati göremediği için de o şeyi yeriyor olabilir. Yani, fazla değer verdiği bir sistemi beklediğinden çok uzakta gördüğü için de böyle bir tutum izliyor olabilir.  

   Öte yandan, enstitüde ihtisas ve faaliyet gösteren birisi olarak bilim dünyasının da kısmen içinde sayılırım, bunun haricinde eserler üreten birisi olarak edebiyat dünyasının zaten uzun yıllardır içindeyim. Objektif gözlemlerim, ikisinde de benzer sıkıntılarla karşılaşmak kabil. Sözgelimi karşılaştırma yapacak olursak: Enstitüde nosyon bilgisi vasat olan bir akademisyen sizin projenizi notlandırabilir. Popüler kültür denilen saçmalık, sadece sanatı değil bilimi de etkisi altına almış olacak ki, bazı akademisyenler de kavramları sadeleştirme takıntısından kendilerini alamazlar. Homojen, heterojen; makro, mikro; paradigma, spekülatif; tikel, tümel gibi bilim dünyasında sıkça kullanılan nosyonlara dahi hakim olmayan akademisyenler karşınıza çıkabilir. Edebiyat dünyasında yine benzer şekilde ücretsiz olarak edisyonunun yapılmasını istediğiniz eser dosyasına bakan editörler nosyon -yani kavram- yabancısı olabilirler. Sözgelimi eser dosyanızın veto edildiğini size bildiren bir editör, felsefi yerine felsefik diye bir beyanda bulunabilir. Halbuki felsefik diye bir nosyon öbeği bulunmamaktadır.

    Geçenlerde enstitüde bir doçent ile bu huyu ve benzeri dogmatik kalıpları yüzünden ters düşmüştüm. Gerek kendi güvenliğim gerek karşı tarafın rencide olmaması için elbette isim vermeyeceğim. Ancak, ne tür hadiselerin cereyan ettiğini vurgulamak maksadıyla hakeza bir örneklemde bulundum.

    Kavramları sadeleştirme takıntısı, önceleri entelektüel alanlara çok uzak insanların saplandığı bir şey iken, maalesef günümüzde bu alanların içindeki kişiler tarafından da sıklıkla talep edilir oldular. Geldiğimiz noktada, derinlemesine olarak herhangi bir şeyi ortaya atmak hiç kolay değil. Gittikçe daha da basitleşiyoruz. Devamlı aynı kavramları kullanmanın benzeri olarak, devamlı aynı temaları işlemek vizyonlarımız da mevzubahis. Birbirinin benzeri olan bilimsel makaleler gibi, birbirinin benzeri olan romanlar da cabası...  

     Bütün bu basitleşme süreci kişilerin talebi mi yoksa sistemin adeta bir dayatması mı bunlar da üzerinde tartışılması gereken konular elbette. Ama popüler kültür denilen şeyin, bir piyasa hareketi olduğu, piyasaların toplumdan uzak olarak canlı kalamayacağı, bu sebeple hepsinin sebebi olduğu da düşünülebilir. Bir bakıma, halkçı olacağız derken hem alanların kalitesine zarar veriyoruz, hem gerçekten halkçı da olamıyoruz. Zira halkçılık zannettiğimiz şey, piyasaların canlı kalması ve belli birtakım şirketlerin cirolarını arttırması için öne sürülen bir metodolojik ögeden başka bir şey değil… Politikada olan yöntemin, ticarette olan şekli diyebiliriz popüler kültür için. Birileri, ‘’Halk anlasın, bilim, sanat halk içindir.’’ Benzeri nakaratlarla nosyonları sadeleştiriyor. Bu, ürünlere arz talebi artırıyor. Bu vesile ile de birilerinin kasasını doldurması halkçılık oluyor. Halbuki bu metot vasıtası ile elit diye tabir edilen gruplar ile halk arasındaki uçurumlar daha da açılıyor!... Ama bunu anlamak için de uzun bir meditasyon yapmak ve zincirleme düşünmek gerekiyor!

    Uzun sözün kısası, toparlayacak olursak, bilimsel yazılar da edebi yazılar da sadeleşme baskısı, birbirine benzer temaların işlenmesi gibi baskılardan dolayı kısırlaşma sürecine girmektedirler. Nihayet, içine politika ve medyanın da girdiği haksız rekabet koşulları, bütün bunlara tuz biber ekmektedir diyebiliriz.

    Bir sonraki yazıda ideolojik konjonktürün edebiyata negatif etkilerini sorgulayabiliriz. Esen kalın.

Bu yazı toplam 77 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Özgür İstanbul | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.