• BIST 9915.62
  • Altın 2439.282
  • Dolar 32.4246
  • Euro 34.6533
  • İstanbul 18 °C
  • Ankara 21 °C

Kuzguna Yavrusu Şahin Görünürmüş!

Meltem Kaynas

 

İnsan, akıllı geçinen bir varlık… Evet akıllıyız olmasına da, bazen hiç hesaba katmadığımız, hatta farkında bile olmadığımız bazı “sihirli güçler”, aklımızı ele geçiriyor çaktırmadan.

Ekonomi biliminin yerleşik anlayışı, insanı akılcı (rasyonel birey) kabul edip, teorilerini bu varsayımın üstüne inşa etse de bugün pek de öyle olmadığımız ortaya çıkmış durumda. Psikoloji sağ olsun! Nörobilim’in de hakkını yemeyelim tabi.

Artık biliyoruz ki insan, sanıldığı kadar rasyonel bir varlık değil. Bunun en temel sebepleri de, zihnimizin bize kurduğu bazı tuzaklarda gizli.

Şimdi, kendinize ayna tutmanızı sağlayacak, bu tuzaklardan birinden söz edeceğim size. O aynada ne görürsünüz, hoşunuza gider mi gitmez mi, orasını ben bilmem.

Kiminin “Sahiplik Etkisi”[1], kiminin “İkea Etkisi”, kiminin de “Bendeki Daha Değerli” diye dile getirdiği bir “tuzaktan” söz edeceğim.

Şöyle bir soru sorsam size; televizyonda, iki yaşındaki bir bebenin (diyelim ki adı Elvan olsun. Bu arada Elvan bebek tamamen hayal ürünüdür) ailesinin maddi durumu olmadığı için açlıktan ölmek üzere olduğunu duydunuz. Elvan bebek ölmesin diye bir de yardım kampanyası yapılmış olsun. Tepkiniz ne olurdu? Hikâye bu ya, biraz sonra da, şöyle bir haber duydunuz diyelim. “Her gün onlarca çocuğun canını tehlikeye atarak geçtiği tehlikeli bir yola, köprü yapmak için seferber olduk. Bir katkı da siz verin!”

Tek bir yere yardım etme şansınız olsaydı, önceliğiniz hangisi olurdu? Adını bilmediğiniz, yüzünü görmediğiniz, her gün ölümle burun buruna gelen onlarca çocuk için mi, yoksa Elvan bebek için mi harekete geçerdiniz? Ya da aynı oranda yardım etmeyi düşünür müydünüz? Hangisinin durumu içinizi daha çok acıtırdı?

Bu soruların yanıtlarını bana vermeniz gerekmiyor. Kendinize verseniz yeter, zaten amacım sadece düşündürmek.

Muhtemelen çoğumuzun yüreği, öncelikle Elvan bebek için sızlardı ve hemen az ya da çok destek olmanın yolunu arardık. Elbette tercihlerimizi belirleyen pek çok neden sıralanabilir ancak bu örnekten yola çıkarak, temel bir noktayı vurgulamak istiyorum size. Çoğumuz için Elvan bebeğin durumunun daha fazla içimizi acıtmasının altında, o bebeğin “tanımlanmış bir yaşamı” temsil ediyor oluşu yatıyor. Ülkenin (ya da dünyanın) bilmem neresinde ölüm riskiyle burun buruna olan, kimliklerini bilmediğimiz, yüzlerini görmediğimiz bir sürü çocuk, bizim için “istatistiksel yaşamlar”dır sadece. “Tanımlanmamış bir yaşamın duygusal etkisi, diğerine göre azdır” diyor 2017 Nobel Ekonomi ödüllü Richard H. Thaler kitabında. [2]

İnsan, kimliğini bildiği, yüzünü gördüğü “somut” birini daha kolay sahipleniyor çünkü.

Sadece insanı da değil, sahiplenmek her şey için söz konusu olabiliyor. Örneğin arabamızı satarken en yüksek fiyatı isteriz de, aynı arabayı alacak olsak en düşük fiyatı teklif ederiz. Sahip olduğumuz şeyle aramızda duygusal olarak bağ kurarız. Hatıralarımız, yaşanmışlıklarımız vardır çünkü üstlerine sinen. Olduğundan fazla değer atfederiz sahibi olduğumuz şeylere. Atmaya da, satmaya da kıyamayız çoğu şeyimizi. Her şeyde olduğu gibi bunun da istisnaları vardır illâ ki! Ne derler, istisnalar kaideyi bozmazmış!

Bu konuda yapılan pek çok sosyal deney mevcut. Örneğin; iki öğrenci seçilir ve bunlardan birine, bir fincan hediye edilir. Bir süre kullandıktan sonra, bu fincanın kaç lira edeceği sorulur iki öğrenciye de. Fincan verilmeyen öğrenci, gerçek fiyatına yakın bir tahminde bulunurken, fincan sahibi olup onu bir süre kullanan öğrenci, normal fiyatının 4-5 kat fazlasını tahmin eder. Sahip olmanın dayanılmaz taraftarlığı!

İnsan emek verdiği şeye daha çok bağlanır, hatta “âşık olur” diyor işin uzmanları! Emek verdiğimiz bir şeyden ayrılmak, insanda “kaybetme hissi” yaratır ki bu da, nefret uyandıran bir histir. Fincan değilse bile, belki ben de kitaplarıma ve uyduruk da olsa kalemlerime âşık olmuş olabilir miyim acaba?

Konuya başlarken, “İkea Etkisi” diyenler da var demiştim hatırlarsınız. Niye öyle dedikleri ortada sanırım. Eh sen kalk taa İkea’ya git, kocaman dolabı al, bir yığın emek harca, içine “sevgini” kat, saatlerce uğraş, kur koca dolabı, gel de onu sahiplenme! Ne ka emek, o ka sahiplik!

Sahiplenme duygusu kötü mü, niye tuzak olsun ki diyebilirsiniz. Bu duygumuzun, pazarlamacılar eliyle nasıl tuzak haline getirilebildiğini, şu örnekle açıklayayım o zaman. Bazı reklamlar duyarsınız: “Size özel altın üyelik, kısa süre için 100 TL yerine sadece 69 TL deneme fiyatıyla. Bir hafta kullanın, istemezseniz vazgeçin!” Hiç aklınızda olmayan bir “konfor alanına” bir kere terfi etmeyegörün, ondan geriye dönüş çok zordur artık, geçmiş olsun! Vazgeçmek, “kayıp” demektir o aşamadan sonra. 69 TL’ye girersiniz, 169 TL’ye çıkamazsınız o sarmaldan bir daha kolay kolay! Boşuna dememişler; “Allah insanı gördüğünden ayırmasın” diye!

“Sahiplik” duygusu, her konuda pençesine alabiliyor insanı. Çünkü bu duygu sadece maddi şeylerle de sınırlı değil. Fikirlerimiz, inançlarımız, dünya görüşümüz söz konusu olduğunda da bu “tuzak” pranga vurur insanın zihnine. Kimi zaman akla, mantığa ve hatta vicdana aykırı olan bir fikre ya da bir inanca sıkı sıkıya bağlanır, değiştirmeyi bırakın, bu konudaki en ufak eleştiriye dahi tahammül edemeyiz. Bir şeyler çağrıştırdı mı size?

Uğruna canhıraş kavgalar edip, üstüne bir ömür inşa ettiğimiz düşüncelerimizi, ideolojimizi, inançlarımızı, siyasi görüşümüzü, partimizi, takımımızı körü körüne savunmanın, karşıt her türlü görüşü “kötü” ilan etmenin temelinde yatan unsurlardan biri bu “sahiplik” duygusu, bir diğeri de “kendimizle çelişme korkusu” dur. Elbette etkenler bunlarla sınırlı değil.

“Yanılmışım” demektense, karşıt olanı “şeytanlaştırmak”, yanlış olanı akla uygun hale getirecek bahaneler üretmek, yani kendimizi kandırmak, işin en kolay yoludur çünkü!

Herhangi bir konuda, “bilişsel çelişki” yaratmamak adına sebepler uydurup, kandırmaya çalışırken yakalarsanız bir gün kendinizi, bilin ki siz de düşmüşsünüz demektir bu tuzağa! Konfor alanınızdan çıkmanın vakti gelmiştir, bazen acı verse de insana. Bir de bu gözle bakın bakalım kendinize, kim bilir neler göreceksiniz o aynada.

 

[1] Endowment Effect

[2] (Misbehaving / Akıllı İnsanların Mantıksız Kararları)

 
Bu yazı toplam 457 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Özgür İstanbul | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.