Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz altıncısı ve İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli ikinci sure olan “En’am” suresi anlatımı sürmektedir.
Biz, hem şeytanla hem de yarattığı insanla âdeta savaş halindedir; ya dediği olacaktır ya da yok edecektir. Bu yok etme zihniyeti insanlık tarihi boyunca diktatör yöneticilere de yansımıştır. Günümüzdeki örnek Ortadoğu’da yaşananlardır; dünya seyretmekte, ölen öldüğü ile kalmakta, kalanlar perişanlık, binbir eziyet ve çaresizlikle yollara dökülmekte, emekler, “gökten düşen ateşle” saniyeler içinde yok olup gitmektedir. Hesap veren olmuş mudur ya da olur mu? Olmamıştır ve de olmayacaktır çünkü insanoğlu asıl hesabın görüleceğini düşündüğü ahiret kavramına sıkı sıkıya bağlanmıştır. O nedenle de kolaydır birilerinin bu bağlılığı hoyratça ve istediği gibi sömürmesi! Sureden devam edelim…
Biz, elçisi aracılığı ile soru sormaya devam eder: “Düşündünüz mü? Allah işitmenizi ve gözlerinizi alsa, kalplerinizi mühürlese, Allah’tan başka bir tanrı onları size getirebilir mi? Belgeleri nasıl türlü türlü açıkladığımıza bir baksana, bir de onlar yüz çevirirler. Kendinizi düşündünüz mü? Allah’ın azabı size ansızın veya açıkça gelse, haksızlık eden ulustan başkası mı yok olur?”
Biz, peygamberleri “rahmetin müjdecileri ve azabın habercileri/uyarıcılar” olarak gönderir. İman edip durumunu düzeltene korku yoktur, ayetleri yalanlayanlara ise azap dokunacaktır. Elçisinden; “size, Allah’ın hazineleri elimdedir, demiyorum; görülmeyeni/gaybı da bilmiyorum; size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, ancak bana vahyolunana uyuyorum,” demesini isteyen Biz, “Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları” Kur’an’la uyarmasını da ister; “onlar için O’dan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır.”
Muhammed peygamberden, “Allah’ın rızasını dileyerek sabah akşam Rablerine dua edenleri” huzurundan kovmaması istenir ve şöyle denir: “Onların hesaba çekilmesinden sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur. Ancak, onları kovarsan haksızlık edenlerden olursun.”
Demek ki, inanç konusunda kimse bir diğerinden sorumlu değildir. O zaman din adına bunca zulüm ve baskının anlamı nedir? Asıl amaç toplumları boyun eğdirerek, biat ettirerek kolaylıkla yönetmek midir?
Biz, haksızların, “Allah, aramızdan bunlara mı iyilikte bulundu, demeleri için,” onları birbiriyle denemektedir. İnananlar kendisine geldiğinde Elçi Muhammed’den şunları söylemesi istenir: “Size selam olsun. Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar da ardından hemen tövbe eder ve kendini düzeltirse, Rabbiniz ona acımayı üzerine almıştır. Doğrusu O, bağışlayan, acıyandır.” Devamla, Elçi’den, Allah’ın sonsuz gücünü ve kendi sınırlarını toplumuna anlatması istenir. Muhammed peygamber, onların Allah’tan başka yalvardıklarına tapmaktan yasaklanmıştır; aksi bir durumda yani onların çarpık isteklerine uyarsa sapıtmış/doğru yolda bulunmayanlardan olur. Muhammed peygamber, Rabbinden “apaçık bir delile/belgeye” dayanmaktadır, oysaki toplumu onu yalanlar. Azap onun elinde değildir; “hüküm ancak Allah’a aittir, gerçeği O anlatır ve O, hakkı bâtıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır.” Elçi sözlerini sürdürür: “Acele istediğiniz şey elimde olsaydı, benim ile sizin aranızdaki iş bitmiş olurdu. Ancak, Allah haksızlık edenleri daha iyi bilir”
Elçi Muhammed Allah’la ilgili anlatımlarını sürdürür: “Görünmeyenin/gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları O’ndan başkası asla bilemez. O, karada ve denizde olanı bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak düşmez. Yerin karanlıklarında olan tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın. Sizi geceleyin ölü gibi uyutan, gündüzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra ölüm ânı gelinceye kadar gündüzleri sizi uyandırıp kaldıran O’dur. Sonunda da dönüşünüz ancak O’nadır. Sonra bütün yaptıklarınızı size O haber verecektir.” Kulları üzerinde yegâne güç sahibi olan Allah, koruyucular gönderir, sonunda birine ölüm geldiğinde Biz’in elçileri “hiç eksiklik yapmadan, onun canını alırlar.” Şöyle denir: “Sonra, onlar gerçek sahipleri olan Allah’a geri götürülürler. Dikkat! Egemenlik yalnız O’nundur ve O, hesaba çekenlerin en hızlısıdır.” Muhammed peygamber, “De ki:” kalıbıyla toplumuna seslenmeyi sürdürür:
“Bizi bu tehlikeden kurtarırsa elbette şükredenlerden olacağız, diye gizli ve aşikâr O’na yalvarıp dururken, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır? Allah, sizi ondan ve bütün sıkıntılardan kurtarır, sonra da siz yine ortak koşarsınız. O, üstünüzden ve ayaklarınızın altından size azap göndermeye, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin gücünü tattırmaya yeten üstün güce sahiptir. Anlasınlar diye hükümleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak!” Kavmi onu (Kur’an) yalan saymıştır; halbuki o gerçektir. Elçi; “artık ben sizden sorumlu değilim, her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır, bunu bileceksiniz,” der. Biz, peygamberine şu uyarıyı yapar: “İlkelerimize sataşanları/ayetlerimiz hakkında münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman hemen onlardan uzaklaş ki, ondan başka söze dalsınlar. Eğer şeytan bunu sana unutturursa hatırladıktan sonra hemen kalk, o zalimler topluluğuyla oturma.” Bu önlem içeren emirlerin asıl amacı nedir? Elçi’yi korumak ve toplumuyla tartışmaya girmesini önlemek midir?
Biz, elçi Muhammed’i uyarmayı sürdürür: “Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları ve günlük yaşamın/dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak. Şu öğüdü ver/Kur’an ile vaaz et: Kazandığıyla/günahıyla yiğitlenen kimsenin, Allah’tan yana ne bir dostu, ne de bir aracısı bulunur. Her türlü fidyeyi de verse, kabul olunmaz. İşte kazandıklarıyla/günahlarıyla yiğitlenen o kimselere kızgın bir içecek ve inkâr etmiş olmalarına karşılık acıtıcı bir azap vardır.” Biz, Muhammed peygamberden şu soruları da sormasını ister: “Biz Allah’ı bırakıp da bize fayda veya zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola kavuşturduktan sonra ardımıza mı dönelim? Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların ayartarak uçuruma çektikleri ahmak gibi mi olalım? Doğrusu, doğru yol ancak Allah'ın gösterdiği yoldur. Âlemlerin Rabbine/eğitenine içtenlikle bağlı olmamız, bize emredildi.”
“Namazı dosdoğru kılın, Allah’a karşı gelmekten sakının, toplanacağınız yer O’nun huzurudur” dendikten sonra; gökleri ve yeri hak ile yaratan Allah’ın; “bir şeye ‘ol’ dediği gün” hemen oluverdiği, sözünün hak/gerçek, Sûr’a üfleneceği gün de hükümranlığın O’nun olduğu, görülmeyeni ve görüleni bildiği, bilge ve her şeyden haberdar olduğu belirtilir. Ardından konu değişir; İbrahim peygamberin anlatımı başlar.
İbrahim, babası Âzer’e; “sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum,” demiştir. Biz İbrahim’e, kesin inananlardan olması için, “göklerin ve yerin hükümranlığını (muhteşem varlıklarını)” göstermektedir. İbrahim, gece çöktüğünde bir yıldız görür, “işte, bu Rabbim,” der ancak yıldız batınca, batanları sevmediğini ifade eder. Aynı gözlemi Ay ve Güneş için de yapan ve Ay battığında; “yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum,” diyen İbrahim, “bu hepsinden büyük” diyerek tanımladığı Güneş batınca da şöyle diyecektir:
“Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah’a ortak koşanlardan değilim.”
Kavmi İbrahim’le tartışmaya girer. “Beni doğru yola koymuş olan Allah hakkında mı benimle tartışıyorsunuz,” diyen İbrahim, “hakkında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah’a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım,” der. İbrahim: “İki topluluktan hangisi güven içinde olmaya daha layıktır?” sorusunu sorar ve iman edenlerin ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanların güvende ve doğru yolu bulanlar olduğunu vurgular.
Biz, İbrahim’e İshak ve Yakup’u da hediye etmiş, hepsine de doğru yolu göstermiştir.
Biz şöyle devam eder: “Daha önce Nuh’a ve onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyüp’e, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananlara böyle karşılık veririz. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas’a da hidayet ettik. Hepsi de salih kullarımızdandı. İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut’u da hidayete erdirdik. Hepsini âlemlere üstün kıldık. Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da üstün kıldık. Onları seçtik ve doğru yola ilettik.”
En’am suresi anlatımı devam edecektir.
Canan Murtezaoğlu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.