“Hz. Muhammed Mustafa -övgü ve esenlik üzerine olsun- yüklendiği sorumluluğu tamamlamadan yani vahyin kitaplaştırılmasını, Kur’an haline getirilmesini tamamlamadan bu dünyadan ayrılmış olabilir mi?” soru cümlesiyle başlayalım ve şöyle devam edelim: Kur’an neden vahiy sırasına göre değil de “resmi sıralama” adı altında toplanmıştır? Örneğin; Fatiha/Açılış, vahiy sırasına göre 5. sıradadır ve surenin ayetleri; insanın Yaratan’ı nasıl algıladığının ve arasındaki bağın nasıl olması gerektiğinin sınırlarını verir. Vahyin akışı içinde Fatiha suresi, ilk dört sureyle birlikte (Alâk, Kalem, Müzzemmil, Müddessir) bir bütün oluşturur ve bu bütünlükle, bu beşli anahtar ile ilk kapılar açılır. Çünkü bu beş sure ile; insanın yaratılışının esası ve yürünmesi gereken yol, Yaratıcı’nın elçisi Muhammed’in tanıtılması ve Kur’an’ın iniş amacı, vahiy metni ile düşünme eyleminin birleştirilmesi, insanın uyarıcı görevi taşıması ve nihayet Yaratıcı ile insanın arasındaki bağın olmazsa olmaz şekli verilmektedir.
Resmi sıralamadaki ilk beş sureyi okuduğumuzda ise farklı bir tabloyla karşılaşmaktayız. Fatiha ile açılan Kur’an, Bakara/Düve ile devam eder. Bakara vahye göre 92. sıradadır. Üçüncü sure Al-i İmran/İmran Ailesi’nin vahye göre bulunması gereken yer 94. sıradır. Dördüncü sure Nisa/Kadınlar’dır ve vahiy sırasına göre olması gereken yer 98. sıradır. Beşinci sure Maide/Sofra ise vahyin akışı içinde 110. sıradadır. Fatiha hariç diğer dört uzun ve ayrıntılı surenin, 114 sureden oluşan Kur’an içinde sonlarda olduğu görülmektedir. Ayrıca resmi sıralamadaki bu ilk “beş sure” nin toplam ayet sayısının 789 olduğunu, Kur’an’ı kendi dilinde ilk kez okuyacak olan kişinin, resmi sıralamalı bir meal tercih ettiğinde, vahyin akışına göre 5 kat daha fazla ayet okuyacağını ve de bu ayetlerin Kur’an’daki uzun ve ayrıntılı ayetler olacağını, yine bu konudaki ilk yazımda belirtmiştim. Burada, Yaratıcı’nın özgün düzenine neden müdahale edilmiştir, diye sorabiliriz. Belki de evrenin temel mesajı “Oku!” nun getireceği aydınlık gölgelenmek istenmiştir, diye düşünebiliriz. Çünkü bir Kur’an okuyucusu, ilk emir/mesaj olan “Oku!” yu ancak 96. sureye geldiğinde yani Kitap bitmek üzere iken görebilmektedir, o da eğer Kur’an’ı kendi dilinde okuyorsa!
Resmi sıralamada Fatiha’nın hemen ardından başlayan Bakara tıpkı Tevrat’ın ilk kitabı gibi yeryüzünün insan için var olduğunu, Âdem’in yaratılışını ve cennetten çıkarılmasını verir. İfadeler benzerdir. Yaratılış Kitabı’ndaki satırlara bakalım: “Tanrı, ‘İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım’ dedi, ‘Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.” (Yar.1: 26) “RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu. Ona, ‘Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin’ diye buyurdu, ‘Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.” (Yar.2: 15-17) Burada yılan devreye girer ve Adem’in kaburga kemiğinden yaratılan kadına/karısına şöyle der: “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.” (Yar.3: 5) Sonrasında Adem’in eşi meyveyi koparıp yer, kocasına da verir, o da yer. “… günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı” (Yar.3: 8) olanları anlar, “Sonra ‘Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu … Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.” (Yar.3: 22) diyerek Adem’i Aden bahçesinden çıkarır, onu kovar.
Bakara suresinde ise şöyle denmektedir: “Yeryüzünü size döşek ve göğü bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak ürünler yetiştiren O’dur…” (ayet, 22) ve “Hani, Rabbin meleklere ‘Doğrusu, Ben yeryüzünde bir yönetici atayacağım’ demişti…” (ayet, 30) “Ey Âdem! Eşin ve sen cennete yerleş ve orada olanlardan istediğiniz yerden bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa haksızlık edenlerden olursunuz’ dedik. Şeytan ikisinin ayağını da oradan kaydırdı ve onları bulundukları yerden çıkardı. Biz de ‘Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde sizin için yerleşecek bir yer ve bir süreye kadar gönenç vardır’ dedik.” (ayetler, 35-36) Devamla, her iki metinde de Âdem’e yaratılanların adlarını öğretme konusu anlatılır. Bakara suresini görelim: “Ve Ademe ad vermeyi öğretti…” (ayet, 31) Meleklerin bu adları bilemeyeceğini söyleyen Rab’bin Âdem’e emri de; “Ey Âdem! Onlara, onların adlarını söyle…” (ayet, 33) şeklindedir. Yaratılış Kitabı’nda da aynı konu şu ifadeyle verilir: “RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu…” (Yar.2: 19-20)
Bakara suresinin 40. ayetiyle birlikte de yoğun bir İsrailoğulları anlatımı başlar. Allah iki kez; “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve doğrusu sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.” (ayetler: 47 ve 122) der. Tevrat’taki RAB’bin, İbrahim’e söyledikleri de benzerdir: “RAB Avram’a, ‘… Seni büyük bir ulus yapacağım, Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım, Bereket kaynağı olacaksın. Seni kutsayanları kutsayacak, Seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki bütün halklar Senin aracılığınla kutsanacak.” (Yar.12: 2-3) Bakara suresine dönersek; Musa’nın yaşadıkları, İsrailoğulları ve “düve” olayı, iki melek denen Hârut ve Mârut’un yaptıkları, Süleyman’ın korunması, Hristiyan ve Yahudilerin din üzerinden çekişmeleri, Meryemoğlu İsa’nın kutsal ruhla desteklenmesi ve Hz. Muhammed’in kendine gelen bilimden sonra başkalarının arzularına uymaması konusunda uyarılmasından sonra (ayet, 145) yer yer yine İsrailoğullarına (İbrahim, Musa, Harun, İsmail, İshak, Yakup, Süleyman, Talut ve Davud) değinilir. Kalan ayetler ise daha çok toplum düzenine, ibadete, aile hayatına, ticarete yöneliktir ve başlıklardaki çeşitlilik şaşırtıcıdır; Tevrat’ın, “Sayılar” (Çölde Sayım) kitabını anımsatır. Bazılarını vermeye çalışalım: Yenmemesi gerekenler, iyi olmanın tanımı, kısas, vasiyet bırakmak, oruç, evlere girmenin adabı, saldırana/savaş açana karşı saldırmak/savaşmak, hac-umre, içki-kumar, öksüzler, Allah’a ortak koşanlarla evlenmemek, kadınların aylık kanaması, yemin etmek, boşanma, emzirme, evlenme, boşanmış kadınların durumu, malı Allah yolunda vermek, riba, borçlanma/borçlunun durumu (Ayet 282, Kur’an’ın en uzun ayetidir), kişiye gücünün yeteceği kadar sorumluluk yüklenmesi gibi…
Şimdi soralım: Kur’an’ın en uzun suresi de olan ve vahyin akışında 92. sırada bulunan Bakara suresi (286 ayet) neden en başa alınmıştır? Hz. Muhammed’e indirilen bir kitabın inanana/okuyana sunması gereken ilk bilgilerin İsrailoğullarını anlatan bilgiler olmasına kim/kimler ve neye dayanarak karar vermiştir? Kur’an okumayı, Arap alfabesindeki harflerin okunuşlarını öğrenerek yüzünden okuyan zihniyet için surelerin yerlerinin bir önemi olmayabilir ancak vahyin akışını bilmek isteyenler için bu son derece önemli bir konudur. Yaklaşık 15 asır önce verilen bir karara dair elimizde rivayetlerden başka bir şey olmadığı gibi, kitap haline gelmesinin yirmi yılı bulduğu ifade edilen Kur’an’ın toplanması konusundaki açıklamalar da birbirini tekrar eder nitelikte ve çelişkilidir. Amaç, henüz ilkokul derslerini görmeyen çocuğa lisedeki dersleri öğretmeye kalkarak öğrenmenin önünü mü kesmektir? Kur’an’la tanışmaya Bakara suresi ile başlayan kişi vahyin amacını kavrayabilir mi? Kur’an ve Hz. Muhammed hakkında nasıl bir fikir/izlenim edinebilir?
Oysa vahyin akışı takip edildiğinde her şey açık ve anlaşılırdır. Örneğin ilk beş surede hitap Muhammed peygamberedir ve onun dışında başka bir peygamberin adı geçmez. İkinci sure, resmî sıralamada Bakara iken, vahyin akışı esas alındığında Kalem suresidir. İnsanlığa çağrıyı Alâk/Yapışkan suresi ve “Oku!” emri ile başlatan Yaratıcı, “Kalem ve yazdıklarına andolsun” diyerek atılan her adımın kayıt altına alınmasına işaret eder. Yaratan, Kalem suresi ile insanlığa “Ve doğrusu sen büyük bir ahlak üzeresin.” (Kalem,4) ifadesiyle vahyin muhatabı Muhammed peygamberi tanıtırken, “… Oysa o âlemlere bir hatırlatmadan başka bir şey değildir.” (Kalem,52) diyerek Kur’an’ı da tanıtır.
Bakara suresinde elbette insanlığa reçete sunan ayetler de vardır. Ancak bunlar din adına pek de ortaya çıkarılmaz, göz ardı edilir. Üç tanesini verelim: İlki, 104. ayettir: “Ey inananlar! ‘Bizi güt’ demeyin. ‘Bize kulak tut!’ deyin ve dinleyin…” Demokrasinin özü sayılabilecek bu ayetin anlamını İslam dünyası henüz kavrayamamıştır. Çoğu Müslüman, Allah yerine koyduğu lidere tapmayı, biat etmeyi kendine iş edinmiştir. Bugün ülkemizdeki durum tam da budur! İkincisi 208. ayettir: “Ey inananlar! Hep birden barışa girin, şeytanın adımlarını izlemeyin. Doğrusu o size apaçık bir düşmandır.” İnsanoğlunun sürekli dillendirdiği ancak bir türlü kavuşamadığı “barış” kavramı çağlar öncesinden dile getirilmiştir. Kahırlı bir kurtuluş mücadelesi veren Türk milletinin tek ve gerçek lideri Mustafa Kemal Atatürk boşuna “Yurtta sulh cihanda sulh!” dememiştir. Üçüncüsü ise 256. ayettir: “Dinde zorlama yoktur…” İnsanı inanmaya zorlamak insan hakkı ihlali olacağı gibi toplumun dengesini de zedeler. Çünkü din adına zorlamanın olduğu toplumlarda riyanın önü açılır, her türlü baskı ve şiddet artar.
Sonuç: “Yaratıcı’nın yeryüzüne atadığı yönetici” ya hür iradesiyle baskılara karşı çıkacak ve aydınlığı yakalayacak ya da “firavunluk” la özdeşleşen baskıya boyun eğerek karanlıkta kalacaktır, tercih kendisinindir. İslam dünyasının da bu bağlamda bir diriliş göstermesinin zamanı gelmiştir.
Canan Murtezaoğlu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.