• BIST 10125.46
  • Altın 2997.875
  • Dolar 34.8702
  • Euro 36.7728
  • İstanbul 6 °C
  • Ankara 4 °C

“Asgari” hayatlar

Hergünlü/Mali Müşavir

 

Ülkemizde hem emeklinin hem de çalışanın hayatı asgariye bağlandı; Asgari ücret, asgari emekli maaşı…

“Asgari” Arapça bir kelime, anlamı: en az, en aşağı, en düşük, en alt; minimal, minimum demek. (TDK)

Geçmişten günümüze, Sosyal Güvenlik Sistemi (SGK) üzerinde çalışanların aleyhine bazı değişiklikler yapılsa da vurucu darbe 8 Eylül 1999 yılında çıkarılan yasa ile gerçekleştirildi. Bu yasa ile hem ’99 öncesinde hem de ’99 sonrasında ilk defa sigortalı olarak işe girenlerin emeklilik şartları ağırlaştırıldı; kademeli emeklilik sistemi getirildi. Emekli olabilmek için belirli bir yaş şartı da konulunca, yasa öncesi sigortalı olmuş kişilerin bir kısmı, prim ve sigortalılık koşullarını yerine getirseler bile yaşa takılır hale geldiler. Yasanın geriye işletilmesi ile “Emeklilikte Yaşa Takılanlar” (EYT) sorunu ortaya çıktı.

Yap-boz tahtasına dönen Sosyal Güvenlik Yasası 2006 yılında bir kez daha değiştirildi; Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) ve Bağ-Kur tek çatı altına birleştirilerek Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) adını aldı. 2008 yılında yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun ile de emeklilik için koşullar tekrar değiştirildi ve emeklilik için 65 yaş şartının bütün sigortalılar için 2048 yılı ve sonrasında geçerli olması sağlandı. Vatandaş bu uygulamaya “mezarda emeklilik yasası” adını verdi.

’99 yılında çıkarılan yasa ile taşlar yerinden oynatılmış ve devamında gelen uygulamalar ile de tamamen yerlerinden sökülmüştü. Özellikle emeklilik sistemi üzerinde yapılan gelişigüzel değişikliklerle emekliler arasındaki prim ve güne dayalı emekli olma şartlarında yapılan adaletsiz uygulamalarla 3600 gün prim ödeyerek emekli olan ile 5000-12000 gün arasında prim ödeyenlerin maaşı neredeyse tek tipe indirgendi. ’99 öncesi aylık bağlama oranları %60’ların üstündeyken günümüzde bu oran %30-35 bandına çekilerek “en düşük emekli maaşı” ya da iktidarın deyimiyle “kök maaş” kavramı ile yoksul emekli yığınları yaratıldı. Tüm emeklilere yapılan -ki buna milletvekili ile memur emeklileri de dâhil- tek zam oranı ile en düşük emekli maaşı ile en yüksek emekli maaşı arasındaki uçurum daha da açıldı. Bu arada 2024 yılı için en düşük emekli maaşının 10 bin 500 TL vekil maaşının da 136 bin TL olduğunu; ayrıca milletvekillerinin maaş katsayılarının artırıldığını da küçük bir bilgi notu olarak verelim.

Gelelim asgari ücret konusuna. Türkiye’de asgari ücret tespitine ilişkin ilk yasal düzenleme 1936’da çıkarılan 3008 sayılı İş Kanunu ile yapılmıştır. Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan zamansız ayrılışı ile kanun, 1951 yılına kadar sağlam bir uygulama alanı bulamamış ve âdeta askıya alınmıştır. 1951-1967 arasında asgari ücret “mahalli komisyonlar” aracılığı ile tespit edilmiş, 1967’de sistemde köklü değişikliğe gidilmiş, mahalli komisyonlar yerine merkezi nitelikteki “asgari ücret tespit komisyonu” oluşturulmuştur. Komisyon günümüzde de işlevselliğini sürdürmektedir.

Türk asgari ücret sistemi ve uygulamasının yasal dayanaklarını iç hukuk ve uluslararası hukuka ilişkin düzenlemeler belirlemektedir. İç hukuk; Anayasal düzenlemeler ve İş Kanunları ile sağlanmaktadır. Uluslararası hukuka ilişkin dayanaklarını ise Türkiye’nin taraf olduğu çeşitli anlaşma ve sözleşmeler oluşturmaktadır. Bunlar; Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organization-ILO) ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’dir. 

Türkiye, asgari ücret konusunda Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün bazı sözleşmelerini imzalasa da “tek bir ulusal asgari ücreti öngörmemekte” olan 131 sayılı Asgari Ücret Tespit Sözleşmesi’ni imzalamamıştır. Sözleşme, onaylayan üye devletleri bir asgari ücret sistemi kurmaya teşvik etmektedir. Sözleşmenin bize göre en önemli maddesi Ekonomik faktörlerin yanı sıra işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçlarını göz önünde bulunduran asgari ücret düzeyleri belirlemeli;” şeklindeki maddesidir.

Sözleşmeye göre genel uygulanabilir alt limit getirmenin amacı, tüm işçilerin bir hak olarak “haksız biçimde düşük ücretlere” karşı korunmasıdır. Sözleşme, Türkiye’de olduğu gibi tek bir ulusal asgari ücreti öngörmemekte; tüm ILO üye devletlerinde tek bir model uygulama zorunluluğu getirmemek şartıyla, farklı ulusal koşulların ve farklı ekonomik ve sosyal kalkınma düzeylerinin var olduğunun dikkate alınmasına olanak tanımaktadır. Bu sözleşmeye göre, asgari ücretin tespitinde işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçları, ülkedeki genel ücret seviyesi, hayat pahalılığı, sosyal güvenlik yardımları ve diğer sosyal grupların göreli yaşama standartları dikkate alınmaktaydı. Ülkemizde ise asgari ücret tespitinde “işçi ihtiyaçları ölçütleri” esas alınmaktadır. Hal böyle olunca da her kesimde çalışan emekçiler; “beyaz yaka- mavi yaka” fark etmeden tek tip asgari ücrete mahkûm edilmektedir.

Türkiye, yine konuyla ilgili çeşitli düzenlemeler getiren İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini 1948’de, Avrupa Sosyal Şartı’nı da 1989’da onaylamıştır. Ancak, Avrupa Sosyal Şartı’nın asgari ücreti düzenleyen 4. Maddesinin 1. Fıkrasını da onaylamamıştır. Nedeni ILO’nun 131 sayılı sözleşmesi ile aynıdır; asgari ücretin tespitinde “aile ihtiyaçları ölçütlerinin” esas alınmasını öngörmesi…

Ne yazık ki ülkemizde asgari ücret sistemi âdeta “çalışanları sömürü” sistemine dönüşmüştür. Geçmişten bugüne çalışanlar her şekilde mağdur edilmiştir; sigortasız çalıştırılmıştır, sigorta yapılsa da asgari ücretin üstünde maaş alanların gerçek durumları bordrolara asgari ücret kadar yansıtılmıştır. Bu uygulama çalışanların hayat boyu alacakları emeklilik maaşlarının düşük rakamlarla tahakkuk ettirilmesine neden olacağı için ayrıca bir hak gaspı yaratmaktadır. Ücret bordrolarının gerçeği yansıtmaması ülkemizde asgari ücretle çalışanların kesin sayısının da bilinmesini engellemektedir. (Elbette kurumsal firmaları tenzih ediyoruz.) Ayrıca bu durum devletin vergi kaybına uğratılmasına ve SGK pirim kazançlarında da büyük kaçakların oluşmasına neden olmaktadır. Bordro mahkûmlarının ücretlerinin bankalara yatırılması şartı da kayıp ve kaçağın önüne geçememektedir.

Bir başka sorun ise mültecilerdir. Plansız bir şekilde milyonlarca mültecinin ülkeye sokulması ile yurdum insanı asgari ücretle çalışacak bir işe bile muhtaç hale getirilmiştir. Çünkü mülteciler sigortasız ve asgari ücretin yarısına çalışmaya razıdır. Bu durum devlet tarafından da bilinmektedir. Dönemin İçişleri Bakanı bir tartışma programında, Suriyelilerin gönderilmesiyle ilgili bizzat işverenleri hedef alarak şöyle demişti: “Fabrikanda Suriyeliyi çalıştır, sömür, sigortasını yaptırma. Sonra ayak ayaküstüne at, ‘Ne olacak bu Suriyelilerin hali’ de. Bir milyon insan gidecek. Kim isyan edecek biliyor musun? O iş sahipleri.” (Basın)

Sonuç olarak asgari ücret uygulaması, tamamen çalışanların aleyhine işleyen bir sisteme dönüştürüldü. 2022 ve 2023’de yılda iki kez açıklanan asgari ücret, şirketlerin çalışanlarına yapacakları zam oranlarında büyük ölçüde belirleyici oldu; özellikle de Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler (KOBİ) de normal maaşa dönüştürüldü. Basında yer alan haberlere göre 2024 yılı içinde asgari ücrete yeniden zam yapılmasının beklenmediğini de belirtelim.  

Türkiye’de milyonlarca emekli ve çalışan bizzat hükûmetler eliyle oluşturulan “kök”ten “asgari” yaşam koşulları sonucunda en asgarisinden tek tip maaşa mecbur bırakıldılar. Yaratılan “asgari hayatlar” sonucunda da dipsiz bir yoksulluğa mahkûm edildiler.

Durum budur…

 

Tülay Hergünlü

İstanbul, 11 Mart 2024

 

Yararlanılan kaynaklar:

-https://www.anayasa.gov.tr/media/3680/avrupasosyalsarti.pdf

-ILO Asgari Ücretler Hakkında Bilgi notu: (https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---europe/---ro-geneva/---ilo-ankara/documents/publication/wcms_831985.pdf)

Dr. Âdem Korkmaz, “Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Türkiye’de Asgari Ücret: 1951-2003”   (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/252057)

 

 

Bu yazı toplam 294 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Özgür İstanbul | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.