• BIST 10125.46
  • Altın 2997.875
  • Dolar 34.8702
  • Euro 36.7728
  • İstanbul 5 °C
  • Ankara 2 °C

Ensar kim, muhacir kim?

Hergünlü/Mali Müşavir

 

Türkiye’de mülteci sorunu giderek büyüyor. Muhalefet ve halkın çoğunluğu ülkenin demografik yapısını değiştirecek olan bu durumdan son derece rahatsız.

Muhalefet partilerinin konunun üzerine yoğun bir şekilde gitmesinden rahatsızlık duyan AKP Genel Başkanı, “biz muhacirlik ve ensar olmanın ne demek olduğunu iyi biliriz” çıkışıyla şöyle bir açıklama yaptı: “Ülkemize hicret eden ama Suriye ama Afganistan ama Irak, İran, fark etmiyor; biz muhacirlik ve ensar olma kabiliyetinin ne olduğunu en iyi bilen bir kültürün mensuplarıyız. Muhacir nedir, ensar nedir bunu anlamayan, bunu bilmeyenlerle bizim işimiz yok. Suriye’den savaştan çıkıp ülkemize sığınan bu kardeşlerimize sonuna kadar sahip çıkacağız. Arzu ettikleri zaman vatanlarına dönebilirler. Ama biz onları asla bu topraklardan kovmayız ve kovmayacağız.”

Biz de “ensar” ne demekmiş, “muhacir” ne anlama geliyormuş bir araştıralım dedik.

Ensar kelimesi Arapça kökenli olup şu anlama gelmektedir: Hz. Muhammed’e hicret zamanında yardım eden Medineliler. (TDK)

İslam Ansiklopedisi’nde “yardım etmek” anlamında kullanılan ensar kelimesinin, Hz. Muhammed’i ve muhacirleri yurtlarında barındırmak ve korumak suretiyle onlara büyük yardımda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Yesribli (Medineli) Müslümanlar için kullanıldığı belirtiliyor.

Muhacir kelimesi ise şöyle tarif ediliyor: Göçmen. Hz. Muhammed’e uyarak Mekke’den Medine’ye göç edenler. (TDK)

Muhacir ya da dilimizdeki söylenişiyle mâcir, Türkçeye “Mekke’den Medine’ye göç eden” anlamındaki Arapça sözcükten geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu dönemi sonlarından itibaren uzun süre yaşadıkları Balkanlardan mecburi göç yaşayıp Anadolu’ya gelen Türk ve Müslümanlara genel anlamda “muhacir” denilmektedir. Osmanlı-Rus Savaşı ve Kafkasya Savaşı sırasında Kafkasya’dan göçenler de muhacir olarak adlandırılmıştır. Müslümanlar ve Türkler değişik milletlere bağlı Hristiyan milletler tarafından göçe zorlanmışlar hatta katliama uğramışlardır.

Bir de “hicret” var. Yine TDK’ ya bakalım. Hicret, göç anlamına geliyor. Hz. Muhammed’in (selam olsun) Mekke’den Medine’ye göç etmesini başlangıç yılı kabul eden takvim ise Hicrî takvim olarak biliniyor. Ayrıca Hz. Muhammed’in izin, tavsiye ve yol göstermesi ile bir grup Müslüman’ın baskı ve zulümden kaçarak Mekke’den Habeşistan’a göç ettikleri de bilinmektedir. Kaynaklarda bu kişilerin birkaç ay sonra Mekke’de ortamın yumuşadığına dair söylentiler çıkması üzerine geri döndükleri yer almaktadır.*

Hz. Muhammed ve Mekkeli muhacirler, şartlar oluşunca ülkelerine geri döndüler. Mekke’ye geri dönen Hz. Muhammed’i Müslümanlar büyük bir coşkuyla karşılamış ve o sevgili Nebi, Kâbe’de bulunan putları birer birer yıkmıştır.

Toparlayacak olursak; ensar, Hz. Muhammed’e yardım edenler; muhacir, Hz. Muhammed’in talimatıyla Mekke’den Medine’ye göç eden Müslümanlar ki, bu insanlar daha sonra ülkelerine geri dönüyorlar. Bizdeki “mâcir” kavramı ise soydaşlarımızın Osmanlı zamanında göç ettikleri/ettirildikleri topraklardan Osmanlı dağıldıktan sonra tekrar anavatana dönmeleri, hicret de bir yerden bir yere göç etme olayıdır.

Suriyeli mülteciler Beşar Esad, Afganlı mülteciler ise Taliban zulmünden kaçıyor. Pakistan ve diğer ülkelerden gelenlerin ortak sorunu ise uzmanlara göre ülkelerinde yaşanan yoksulluk.

Mekke’den Medine’ye göçenlerin sorunu ile Suriyeli ve Afganlı mültecilerin sorunu bir yerde örtüşüyor; zulüm ve baskı. Buraya kadar tamam...

Peki, Türkiye’ye neredeyse dünyanın dört bir yanından akın akın gelen sığınmacı olayıyla İslam tarihinde yaşanan göç olayları aynı mı?

Kim ensar, kim muhacir?

Bizde ülkesine geri dönen Suriyeli ya da Afganlı gördünüz mü? Üstelik Esad, genel af ilan etmişken… Bir başka konu da; burada mültecilere “yardım” eden AKP iktidarı mensupları kendilerini “ensar” olarak tanımlıyorlar. Ancak Afganların, Türkiye’ye gitmeleri konusunda ABD ve İran tarafından yönlendirildikleri biliniyor. Afganları bizzat İran, Türkiye sınırına getiriyor. İran da Müslüman olduğuna göre onlar neden “ensar” görevini üstlenmek istemiyorlar? Ayrıca Hz. Peygamber döneminde göç eden Müslümanların çok küçük bir grup olduğu biliniyor. Bugün ise Türkiye’ye “göç eden Müslüman” sayısı milyonlarla ifade ediliyor.

İçişleri Bakanı’nın 13 Nisan 2022 Çarşamba günü Göç İdaresi Başkanlığı’nın 9. kuruluş yıldönümünde yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de 5,5 milyon yabancı uyruklu insan yaşıyormuş. Genelkurmay Başkanı ise “Ülkemiz, 9 milyon Suriyelinin insani ihtiyaçlarını karşılamaktadır.” diyor yani sayılar da çelişkili.

Biz Genelkurmay Başkanı’nın açıklamasına göre düşünürsek; örneğin bir Avusturya, Belarus, Belçika, Bulgaristan ve de Çekya; hatta Finlandiya ve Hırvatistan’ı birlikte besliyoruz. Böyle bir yükü hangi ülke kaldırabilir?

Mültecilerin doğurganlığı da hız kesmiyor! Nitekim İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener bir açıklamasında şöyle diyor: “Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de kalması halinde bu doğum hızında 2053 yılında Türkiye’nin nüfusunun 35 milyonu Suriye kökenli insanlardan oluşacak.”

Bu durum tam da ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’in 2003 yılında sarf ettiği; “Ortadoğu’da Türkiye de dâhil 22 ülkenin sınırları değişecek” cümlesiyle bire bir örtüşmüyor mu? Bugün Güneydoğu’daki Kürt hareketleri ve Suriyelilerin Kilis, Şanlıurfa, Gaziantep ve Hatay’daki nüfus yoğunluğuna bakılacak olursa, Türkiye’nin en az üç eyalete bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gerçeğini kim inkâr edebilir? 

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Göç Uygulamaları ve Politikaları Merkezi uzmanlarından Dr. Hidayet Sıddıkoğlu, “Düzensiz göçün başı belli ama sonu asla belli değildir. Son nokta Türkiye olarak gelmiyor, iş buldu mu kalma imkânı doğunca duruyor.” dedi.

Geçtiğimiz Ramazan Bayramı’nda bayramlaşma ziyareti yapmak için ülkelerine gitmelerine izin verilmemesini de düşünecek olursak; Sanki birileri Suriyelilerin ülkelerine geri dönmelerini istemiyor gibi… Bunun neresi muhacirlik?

Göç İdaresi Başkanlığı sitesinde: “Bir yılda Türkiye’ye giriş çıkış yapan yabancı sayısı 40 milyona yaklaşmış, ülkemizde ikamet eden yabancı sayısı 5 milyonu geçmiştir… Göç yolları düşünüldüğünde, Türkiye coğrafi konumu itibariyle yabancılar için Doğu ile Batı’yı birleştiren doğal bir köprü konumundadır. Bir diğer sebep ise, Türkiye’nin artan ekonomik gücü ve sahip olduğu siyasi istikrardır.” açıklaması yer alıyor. Acaba öyle mi? Gerçekten de yabancılar Türkiye’nin ekonomik gücünün cazibesine mi kapılıyorlar? Ve devam ediyor Göç İdaresi Başkanlığı; “Göç hareketleri açısından Türkiye’nin ‘geçiş ülkesi’ konumu son yıllarda değişime uğramış ve ülkemiz aynı zamanda bir ‘hedef ülke’ konumuna gelmiştir.”

Belki de Göç İdaresi Başkanlığı sorunun cevabını bir şekilde vermiş oluyor; hedefteki ülke Türkiye

Elbette komşuda yangın varsa söndürmek için elimizden geleni yapacağız ancak burada durum çok farklı boyutlara ulaşıyor. Türkiye’nin toplumsal nüfus yapısı değişiyor. Buna paralel olarak kültürel özellikleri, maddi ve manevi değerleri yozlaşıyor. Her şeyden önemlisi ise üst kimlik ve dil birliği bozuluyor. Ülkede Türkçenin yanı sıra Kürtçe ve Arapça dilleri de hâkim olmaya başlıyor. Dil birliğinin bozulması demek ulusal yapının da bozulması demek. Prof. Oktay Sinanoğlu’nun deyimiyle, “Türkçe giderse Türkiye gider.”

Yakın zamanda “Türkçe öldü” diyen ve İmam Hatip okullarında Türkçe konuşmayı yasaklayan bir zât, Milli Eğitim Bakan Yardımcısı yapılmadı mı? 

Tüm bu yaşananlara bakılacak olursa; içinde bulunduğumuz mülteci sorununun küresel bir siyasi oyun olduğu, geçmişte yaşanan ensar ya da muhacir kavramıyla benzerliği olmadığını düşünüyoruz.

Burada hedef, Türkiye’dir.

Göçmenler, iş dünyası tarafından “ucuz iş gücü”, iktidar tarafından “oy deposu” olarak görülmektedir. Bunların hepsiyle başa çıkılabilir ancak asıl tehlike, Türk milletinin kendi ülkesinde “azınlık” durumuna düşürülmesidir. Bu durum ABD ve AB’nin, Osmanlı’nın son yüzyılından itibaren sürdürdükleri “Türkleri Avrupa’dan atma ve topraklarına hâkim olma” planıyla birebir örtüşmektedir. Bu planın önü, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kesilmiş, tarihin akışı değişmiştir. Bugün yapılmak istenen; topla, tüfekle yok edemedikleri, kardeş kavgalarıyla birbirine kırdıramadıkları Türk milletini kendi topraklarında asimile ederek yok etmeye çalışmaktır. Bugün mülteci sorunu Türkiye Cumhuriyeti devleti için bir beka sorunu haline gelmiştir. İktidarın ne yazık ki görmediği ya da görmek istemediği; “ensar” ve “muhacir” sosuyla bir şekilde gözlerden kaçırmaya çalıştığı işte bu tehlikedir.

Burada, bir Türk vatandaşı olarak uyarma hakkımızı kullanıyoruz: Çok geç olmadan mültecileri ülkelerine geri gönderin! İnsanların yığınlar halinde Türk sınırlarından geçmelerine izin vermeyin! Türkiye, Avrupa’nın göçmen bekçisi değildir.

AB Türkiye Delegasyonu Başkanı’nın “Suriyeli mültecilerin onurlu geri dönüş koşulları şu an yok” demesi bizi bağlamıyor. Avrupalı rahat edecek diye bu kadar insanın maliyetine katlanmak zorunda değiliz.

Sınır, namustur. Namusumuzu koruyun!

Mekkeli muhacirler ülkelerine geri döndüler. Eğer gerçek anlamda mültecileri muhacir, kendinizi de ensar olarak görüyorsanız, tarihteki uygulamaları gerçekleştirin ve ülkemizdeki göçmenlerin geri dönüş şartlarını oluşturun. İşte o zaman ensar ne demek muhacir ne demek tüm dünya öğrensin.

 

Tülay Hergünlü

İstanbul, 17 Mayıs 2022

 *https://islamansiklopedisi.org.tr/hicret

 

Bu yazı toplam 271 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Özgür İstanbul | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.